DIPLOMATIK KAZIK

14-02-2022

Ukrayna  Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla bağımsız olmuştu. 

Ukrayna’nın mevcut arazisi ise eskiden Osmanlı’ya bağlı Kırım Hanlığı’nın olan Kırım yarımadası dahil Doğu Ukrayna, Kırım Yarımadası’nın güney sahil şeridi altı sancaktan müteşekkil eski Osmanlı eyaleti Kefe, güneybatıda eski Osmanlı eyaletleri Yedisan ve Bucak ve Batı’da Stalin’in Çekoslovakya’dan 1946’da İkinci Dünya Savaşı kargaşasında koparttığı Karpat Ukraynası ve eskiden Osmanlı’ya yarıbağımlı olan Lehistan’ın doğu bölgesinden oluşan tarihte Rutenya olarak bilinen Batı Ukrayna topraklarından oluşmaktadır.

Lehistan için uzun yıllar mücadele veren Osmanlı Devleti, bu ülkenin bilhassa Ruslar ve Almanlar tarafından aralarında paylaşılıp ülkenin tarihten silinmesini hiç bir zaman kabullenmemiş, resmi törenlerde sarayda yapılan yoklamalarda Lehistan sefiri çağrıldığında bir saray görevlisi Lehistan adına burada diye bağırmıştır. Bu davranış bugün dahi Lehistan’ın batı bölgesinde bulunan ve tarihi devamı olarak kabul edilen Polonya halkı tarafından halen takdir edilmektedir. İşte bu Lehistan’ın batısı Polonya olarak 1918’den beri bağımsızken, doğusu ise Ukrayna olarak bağımsızlığına henüz yeni kavuşmuştu.

Ukrayna Sovyetler’den ayrıldığında ülkesinde konuşlu olan askeri malzemeyi de devralmıştır. Bu bağlamda kendisine miras olarak ülkesinde konuşlu olan nükleer başlıklı silahlara da sahipti. Soğuk Savaş’ın bitimiyle Ukrayna’ya 176 stratejik ve 2.500 taktik nükleer başlık kalmıştı. Bununla birlikte o tarihte Ukrayna Dünya’nın üçüncü büyük atom gücü sayılabilirdi. Ancak nükleer başlıkların şifreleri henüz Moskova hükümetinin elindeydi. Sovyetler Birliği’nin hukukî olarak devamı kabul edilen Rusya ise Ukrayna’ ya bu kontrolü hiç bırakmak niyetinde değildi hatta savaş sebebi bile saymaktaydıYine de Ukrayna kendi nükleer başlıklarını üreterek tedbirini alabilirdi, ki o askeri teknolojiye zaten sahipti.

NATO bünyesindeki Batı ittifakı Sovyetler Birliği’nin dağılmasına sevinmişti sevinmesine fakat bu şekilde Rusya dışında üç tane daha atom gücünün varlık göstermesini kabullenme niyetinde değildi. Bunu bilhassa Avrupa’nın güveliği için bir tehdit saymaktaydı. Bunun için başta Ukrayna olmak üzere Belarus ve Kazakistan’a Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT) gibi örgütler üzerinden baskı kuruldu. Diplomatik alanda henüz deneyimsiz olan ülkelere Soğuk Savaş’ın bitiminin etkisiyle Liberalizm, özgürlük ve barış havasında 5 Aralık 1994’te bir mutabakat metni imzalatıldı. Budapeşte’de gerçekleşen bu düşük seviyeli anlaşmaya göre bu üç ülkenin toprak bütünlüğü ve güvenliği ABD, İngiltere ve Rusya tarafından garanti ediliyordu. Bunun karşılığında bu ülkelerde bulunan nükleer başlıklar Rusya’ya iade edilecekti. Nitekim 1996’da teslimatlar gerçekleşti.Ve bu şekilde Ukrayna’nın atom gücü olma serüveni Avrupa’nın ve Rusya’nın istekleri doğrultusunda sonlandırılmış oldu.

Kırım’ın 2014’teki ilhakı ile Ukrayna’nın doğusundaki Donbas ve Lugansk (Luhansk) bölgelerinin sözde ayrılıkçı güçler özde Rus ordusu tarafından işgaline karşı bu mutabakatın aslında diplomatik bir hiç olduğu, bir ilüzyonist maheretiyle hazırlanan işgüzarlık olduğu anlaşıldı fakat iş işten geçmişti. 

Çünkü Kırım ilhakı ile ilgili ABD’den yapılan açıklamaya göre mutabakatın ikinci maddesine göre Ukrayna’nın sınırları saygıyla karşılanacağı ancak bunun fiilî bir güvenlik teminatı olmadığı vurgulanmıştı. Yani kısaca kimse Rusya’ya karşı askerî ve siyasî olarak tedbir alınmayacaktıkısaca kimse Ukrayna için Rusya’yı karşısına almayacaktı.

Batı ülkeleri mutabakat veya protokol gibi düşük seviyeli anlaşma metinlerini pek severler. Bir Ali Cengiz oyunuyla 2004’te AB’ye aldıkları Kıbrıs’ı (Kıbrıs Rum Kesimi) Türkiye ile mevcut olan gümrük birliğine dahil etmek için Türkiye’ye hiç bir zaman gerçekleşmeyecek üyelik vaadi kapsamında 2005’te Ankara’da bir protokol parafe ettirmişlerdi ki Türk hükümeti erken fark edipbundan hemen imtina etmişti. Halbuki Kıbrıs 1959’da imzalanan Londra Antlaşması’na göre Türkiye’nin onayı olmadan hiçbir uluslarası teşkilâta üye olamaz. Mevcut AB üyeliği uluslararası hukuka aykırıdır. İşte Budapeşte Mutabakatı da zamanında anlaşılmayan böyle bir diplomatik kazık idi.

Rusya yaptırım gücü olmayan Budapeşte mutabakatı ve Batı İttifakı’nın tereddüdünden yüz bularak, Ukrayna üzerindeki askeri, siyasi ve psikolojik baskıyı atırmaya devam etmekte.Rusya genelde NATO’nun kendi eski güç alanlarına yayılmasından şikayetçi olduğunu vurgularken güvenlik anlayışını tatmin edecek bir teklif istemekte

Halbuki aynı Rusya Türkiye’nin eski güç alanları olan Suriye,Libya ve Sudan gibi eski Osmanlı Coğrafyası’nda bazı güçleri askeri olarak deteklemekte ve bu ülkelerde asker bulundurmakta beis görmemekte. Hatta Türkiye’ye şehit verdirebilecek kadar ileri gidebilmekte, Suriye’de Türkiye sınırı yakınlarında sivil yerleşim yerlerini bombalamaktadır. Bütün bunlar Rusya’nın yayılmacı politikalarının devam ettiğini göstermektedir. Onun için Rusya’nın tarihini ve stratejisini doğru okumak gerekirse zamanı geldiğinde Stalin’in 1946’da ilân ettiği notaya göre Türkiye BoğazlarSorunu da dile getirilecektir. Rus devlet aklı elindeki güç nispetinde bu tür politikalardan vazgeçmez. Sadece zamanlamasını bekleyecektir. Onun için şu an mevcut olan’iyi’ticari ilişkilere aldanmamak lâzım. Tarihte savaşların arasındaki barış dönemlerinde Rusya ile Türkiye’nin ticarî ilişkileri her zaman güçlü olmuştur. Fakat bu Rusya’nın yayılmacılığını değiştirmemiştir.

Dilomatik personeli ve askeri danışmanlarını Ukrayna’dan çekme kararı alan Batılı ülkeler, aslında bu ülkeyi artık Rusya’nın dolayısıyla İkinci Çeçenistan Savaşı’nda ülkede taş üstünde taş bırakmayan Putin’in insafına terk etmişlerdir. Bundan böyle kriz süreci artık Moskova’nın elindedir. Bir de önümüzdeki Ankara süreci var. Rusya bu sürece katılır mı, tavrını yumuşatır mı, şu an pek ihtimal dahilinde görünmüyor.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?