Dünyamın Merkezi

Dünyamın Merkezi
11-09-2023

      Evleneceğim sıralar ve evliliğimin ilk yılları benim için önemli olan insanları bir teraziye koyacak olsam tek başına eşim bir kefede, kalan herkes de diğer kefede olurdu. Dünyanın merkezinde eşim vardı ve o olduktan sonra geride kalanlar çok da önemli değildi. Sadece onunla yaşayabilir, onunla eğlenebilir, onu memnun edebilir, onunla mutlu olabilirdim. Geldiği zaman yanıma, eve okula; tüm sisleri dağıtan bir kahraman gibi görünürdü gözüme. Sevmek buysa seviyordum alabildiğince ve seviliyordum gönlümce.

     Su gibi aktığı herkesçe kabul edilen zaman, hızlıca geçti ve bir bebeğimiz oldu. Kilosu yerinde doğmuştu. Ayaklarına su damlası, ellerine kibrit çöpü gibi kondurmuş parmakları vardı. Yumuşacık teni, pembe pembe yanakları ve kırmızı dudaklarıyla sevilmesi gereken ne varsa bir kenara bırak anne, diyordu bana. Ufacıktı, minicikti, dokunsam kırılacak gibiydi. Doğumdan önce yanıma gelen annem, doğumdan sonra da epey kaldı yanımda. Yemekler, evin düzeni, çocuğun bakımı tecrübeli ellerdeydi.  Terazinin kefesindekiler bir anda yer değiştirmişti çocuğumun doğumuyla. Annemi koymuştum bu sefer eşimin olduğu tarafa. Annem olursa yanımda, ne güzel bakardım ben bu çocuğa. Annem, bebeğim ve ben. Üçümüz yaşayabilir, üçümüz mutlu olabilirdik. Geri kalanlar haliyle pek mühim değildi.

     Gurbetteydim ve annemin misafirliğinin de bir nihayeti vardı. O gitti, ben de eşim ve çocuğumla baş başa kaldım. Ne zordu çocuk bakmak, gece uyumamak, ev işi yapmak... Zaman yine su gibi aktı, rüzgar gibi esti geçti. Bebeğim büyüdü iyice. Ben ona alıştım, o da bana alıştı. O büyülü bağ oluştu aramızda. Bakmaya doyamadığım, öpmeye kıyamadığım bebeğimle öyle mutluydum ki. Bir de baktım ki eşimi alıp annemi koyduğum kefeye, bebeğimi oturtmuşum çoktan. Ağlaması, gülmesi, acıkması, uyuması, banyosu derken; ben hayatımın geri kalanını onunla geçirebilirim, onunla mutlu mesut yaşayabilirim diye düşünmeye başlamışım. Terazinin bir kefesinden ziyade dünyanın merkezine onu koymuştum bu sefer.

     Derken bir bebek daha katıldı aramıza. İkinci çocuğumu kucağıma aldım. Olayların gidişatından şimdi de kefeye iki çocuk oturtacak diye düşünülebilir. Ben de öyle umuyordum ama olmadı. İlkinin ilgi beklentisi, ikincisinin temel bakım ihtiyaçları arasında bocaladım kaldım. Bir süre annem yanımdaydı, eşim hep yardımcıydı ama bir türlü dengeyi tutturamadım. Sakin ve uykusu düzenli bir çocukla hemhal olmuş ben; sürekli ağlayan, çok az uyuyan bir bebekle karşı karşıyaydım. Dışarıdan her şey normaldi ama benim 48 saate varan uykusuzluklarım oluyordu. Görünen, görünmeyen birçok sebepten ötürü ben o bahsettiğim terazinin kefelerindeki herkesi boşalttım. Teraziyi de kaldırdım attım bir tarafa. Hiç kimse ve hiçbir şey umurumda değildi artık.

     Seçim oluyordu, kar yağıyordu, deprem oluyordu, insanlar tatil diye trenle doğuya gidiyordu... Mutluydu, üzgündü, açtı, toktu, çabalıyordu, merak ediyordu insanlar. Bense evde iki çocukla onların karnını doyurmak dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordum.

     Ettiğim kavgalar, inatlaşmalarım, hırslarım, kaygılarım, kızgınlıklarım... Bunların hepsi birer birer döküldü tüm uykusuzluklarımın üstüne. Neden bu kadar yormuştum kendimi? Neden üzmüştüm bu kadar karşıdakileri? Boş yere... Elimde kocaman bir boşluk vardı şimdi. Henüz doldurmaya niyetim yoktu. Susmak iyiydi, yapılacak tek şey oydu. Benimle birlikte her şey susmuştu sanki.

     Konuşan biri vardı. Şiirler okuyordu, beyitler açıklıyordu. Divan edebiyatından, şairlerden bahsediyordu. Meraklanmaya başladım. Fuzuli, Şeyh Galip ve Baki'nin kitaplarını aldım. Kendim okuyup ben de anlayayım diye. Aşktan bahsediyorlardı ekseri. Aşktan bahsetmek için muhatabı tanımak gerekiyordu. Tanımak için bir yerden başlamak. En güzel başlangıç da Besmele ile olurdu. Sahi ne demekti bu Besmele? Rahman ve Rahim ne demekti? Doksan dokuz güzel ismi varken neden bu ikisini tercih etmişti Yaratan?

     Bu sefer bunu araştırdım. Araştırdıkça daha çok tanıdım O’nu(cc).  O’nu tanıdıkça kendimi daha çok tanıdım. Hatırladım kendimi. Ben hiçbir zaman terazinin herhangi bir kefesine kendimi koymadığımı fark ettim. Eşrefi mahlukat olduğumu anlayınca, etraftaki herkes ve her şey asıl anlamına kavuşmaya başladı gözümde.

     Kuşlar, kediler, köpekler, kelebekler ne kadar güzeldi. Ağaçlar, taşlar, sular hep tesbih halinde; ne de güzel zikir ehliydi.  Güneş, ay, yıldızlar ve bunları oluşturan en küçük atoma varasıya kadar hepsi ayrı ayrı mucizeydi. Görmek, işitmek, dokunmak, hissetmek de birer mucizeydi. Belli ki bunlar hep oluyor diye sıradanlaşmıştı önceden gözümde. Alışkanlık dairesi sanki hep olacakmış hissi yaşatıyordu bana. Bakıp görmemek bu olsa gerek.

     Bir ara şu benim teraziyi aldım önüme. Sen de sana düşeni yaptın, dedim ona. Artık onu indir, bunu indir yapmayacağım dedim. Artık ölçüm tartım yok. Biliyorum ki ihtiyacım olduğunda yanımda olacak ailem, arkadaşlarım, akrabalarım, eşim. Ben de ihtiyaç olursa onların yanlarında olacağım. Bütün verdikleri için, nasip ettikleri için, var ettiği, varlığından haberdar ettiği için yüce Rabbime sonsuz şükürler olsun.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?