Ekonomik Görünüm

23-07-2022

Söylesem tesiri yok. Sussam gönül razı değil.

Bir ekonomist olarak, bir vatandaş olarak ama her şeyden önce üniversite öğrencilerine iktisat dersi anlatan bir akademisyen olarak oturup düşündüm içinde bulunduğumuz durumu en güzel ne anlatır diye. Bundan daha özlü bir söz aklıma gelmedi inanın. Yapılan ve uygulanmaya çalışılan tüm ekonomik programların olumsuz yönlerini anlattıkça bırakın bizi dinlemeyi, gerçeklere kulak tıkayan anlayış ile karşılaştık. Merak edenlere birkaç tane örnek vereyim:

***Yapmayın, satmayın devlete millete ait olanları. Bugün satarsanız yarın istihdam yaratacak alan oluşturamazsınız, işsizlikle karşılaşırsınız, devleti ekonomiden çekmeyin, serbest piyasa ile yaşadığınız aşkı askıya alın, üreticinin karşına ithalatı sopa olarak kullanmayın” dedik. “Paramız var ki ithal ediyoruz” dediler.

***Piyasaya bu kadar para sürmeyin, Merkez Bankası’nı paravan olarak kullanmayın faturasını öderiz. Enflasyonu tutmazsınız dedik dinletemedik.           “Sözümü dinlemedi bende görevden aldım” dediler.

*** “Kendinize yakın olanların kasaları ve keseleri dolacak diye milletin gelirini inşaata gömmeyin. Yaratılan geliri yatırıma yönlendirin” dedik. “Bizden önce millet ambulans bulamıyordu” dediler. Sanki ondan önce millet hastaneye Noel Babanın Geyikleriyle gidiyorlardı.

***Geçiş garantili işleri bırakın altından kalkamayız, gelecek nesillerin borçlu doğmasına neden olacaksınız, Türkiye Hazinesi bu kadar yükü kaldıramaz, fatura vatandaşa çıkacak, bu yapılanın dünyanda benzeri yok dedik”. Biz böyle feryat ederken göz bebeklerindeki ışığı gösterdiler. "Önce, vatandaşın cebinden tek kuruş çıkmayacak dediler. Sonra ağız değiştirip “Geçiş 200 liracık, eğer vermezsek uluslararası tahkime giderler”. dediler. Bunu başarı diye alkışlattırdılar. Tüm bunları yapan ve ülkeyi sömürge haline getiren sanki Ugandalı kabilelermiş gibi “Ekonomik Kurtuluş Savaşı Veriyoruz” dediler iyi mi?  Burada ufak bir parantez açıp bizzat Ulaştırma Bakanının açıklamasını paylaşayım sizlerle: Bakın Bakan ne dedi: “Hazine, Çanakkale Köprüsü’nde verilen geçiş rakamının gerisinde kaldı. İlk gün 45 bin araç geçiş garantisi verildi. 6 bin araç geçti. Hazine’nin bir günlük zararı 11.2 milyon TL” Bu yazıyı okuyanların vicdanına sesleniyorum. Bu uygulamanın kapitülasyondan ne farkı var? Sizi bilmem ama “Ben buna 21. Yüzyıl Kapitülasyonu” diyorum. Bu ve buna benzer onlarca örnek verebilirim size ama burada bitirelim bu örnekleri.

 Hepimiz ilk okuldan bu yana Türkiye’nin kendi kendine yeter bir ülke olduğunu bilir. Çiftçi kan ağlarken, mahsulü tarlada çürürken, maliyetinin altında ezilirken, verilen yardımların bile traktöründeki mazota bile yetmezken iktidar harka bir başarının altına imza attı. Şimdi sıkı durun. Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı daha önceki yıllarda Latin Amerika ve Afrika’da 10 faklı ülkeden arazi kiraladı. Size sadece bir örnek vereceğim: Geçtiğimiz yıllarda Sudan’da 850 bin hektar civarında bir arazi kiralanmış ancak ekim yapılmamıştı. HAYALDİ GERÇEKTE OLAMADI. Kendi üreticisine bu kadar yabancılaşan, çiftçisinin tarlasındaki araç gereçlere bile haciz getiren bir anlayış olabilir mi? Hangi ülkede var bu uygulama? Sonra tüm bu saçmalıklara yerli ve milli diyeceksiniz, hızınızı alamayıp bir de Türk Modeli lacak adı bunun. Yerseniz tabiki. Bu konuda merakınızı gidermek için ufak bir parantez açıp şu bilgiyi vereyim size: Belki bir çoğumuzun haberi bile yok ama özellikle tarım konusunda farklı ülkeler ile iş birliği yürütüyor Türkiye. Türkiye’nin Sudan’dan arazi kiralama macerası 2013 yılında Mehdi Eker’in bakanlığı döneminde başladı. Türkiye Sudan’dan 99 yıllığına 780 bin 500 hektar tarım arazisi kiraladı.

  Türkiye ekonomisi çok hassas ve kırılgan ekonomidir. Karakterini analiz ettiğinizde hem reel hem de finansal alanında farklı gerçeklerle karşılaşırsınız. Belki de en trajik yanı ortalama her 3-5 senede bir kriz yaşamasıdır. Bu krizlerden bazıları kendi içindeki sorunlardan bazıları ise ithal krizlerden kaynaklanıyor. Sebebi ne olursa olsun ekonomiyi yönetenlerin her türlü senaryoya hazır olması gerekiyor. Ama maalesef, Türkiye’de bu özellikle 1980’den sonra pek mümkün olamadı. Yaşanan en ufak sorundan sonra ortaya çıkanlara bakın sorundan çok o anda olanı konuşur. Kısa dönemli düşüncelerle programla sorun çözülür mü? Böyle yaklaşımla elbette hiçbir sorun çözülmez. Size ekonomik tarih ile ilgili çok ilginç, kolay kolay bir ekonomistten duymayacağınız bir gerçeği anlatayım. Bunlardan birini yazayım bakalım tanıyacak mısınız yaşananları? Yıl 1897. Bilin bakalım devletin başında başta kim var. Sadece ufak bir ipucu size. Şimdikilerin yere göğe sığdıramadığı biri. Fransız bir şirket demiryolu yapımına başlıyor. Bitiriyor. Derken başka proje. Bakıyor bizimkiler pek hevesli. Bir teklif getiriyor Fransızlar. Bu sefer olaya Fransız kalan bizimkiler oluyor. Size bir vagon yapalım. Ama bu değişik olacak. Bu sefer bu vagonlara yemekli vagon ekleyeceğiz. Vatandaşlarınız orada hem lüks içinde seyahat edecek hem de yemek yiyecek. Birde ücret belirliyorlar. Bazıları çıkıyor ama bizde bu kadar ücreti ödeyecek zengin kesim yok. Şimdi geliyor Fransız şirketin vurucu teklifi. Hazır mısınız? “Aman canım siz Türkler de ne kadar çok seviyorsunuz bazı şeyleri. Kafanıza taktığınız şeye de bakın. Hazineniz ne güne duruyor. Önemli değil, alan alır üstünü de hazinenizden karşılarsınız” Tabii bizimkilerin bu teklif çok bir hoşuna gidiyor ve de kabul ediyorlar. Hizmeti alan ödemesini yapıyor. Garanti edilenin altındaki ücret ise Osmanlı Hazinesinden karşılanıyor.  Bu olay size tanıdık geldi mi?  Bilmem.

HAFTANIN SÖZÜ

Sevri imzalayanlar daha namuslu idi. Bunlar Sevri imzalasa başarı sayacaklar.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?