
“Bir başka insanı,
kişiliğinin en derindeki özünden
kavramanın yegâne yolu sevgidir.
Sevgisi yoluyla insan,
sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve
eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve
ondaki gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür
ve sevdiği insanın bu potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar.”
Viktor Emil Frankl, İnsanın Anlam Arayışı
GENEL
Makale köşemde Ocak 2025 ayında başlattığım bir uygulama kapsamında zaman zaman bir yazar ve eserini tanıtma çabası içinde olmaktayım. Bugünkü makalem de Logoterapi'nin babası ünlü Avusturyalı (insan beyninin yapı ve fonksiyonlarının belirli psikolojik olaylarla olan ilişkisini anlamayı ve nörolojik bozuklukların yol açtığı davranışsal ve bilişsel etkilerin teşhis ve tedavisini hedefleyen psikoloji dalı uzmanı) Noropsikiyatr “Viktor Emil Frankl” (1905-1977) ve onun değerli eseri “İnsanın Anlam Arayışı” hakkında olacak…
LOGOTERAPİ…
“Logoterapi” kelimesi Grekçe “logos” (anlam) ve “therapeuein” (terapi) kelimelerin birleşimi sonucunda oluşmuş ve “Anlam Terapisi” demektir. İnsanoğlu, doğuştan var olan "anlam isteğiyle" donatılmış, üç boyutlu bir varlık olarak “beden, ruh ve maneviyat birliğinden” oluşur ve kendi hayatının nihaî anlamını araştırır. İnsan, kendi manevî dünyasında “bir durumun sürekli olarak kendisini mevcut anının anlamını keşfetmeye ve yapılması gerekeni gereğine uygun şekilde yapmaya yönelik olarak çağırdığını” hisseder. Bu sayede, iyileşmeye yönelik bir adım atılmış olur.
Logoterapi; varoluş felsefesi ve fenomenolojisinin, felsefî bir temel olarak değerlendirilmesidir. Frankl’ın logoterapisi ve varoluşçu analizini anlamak, felsefeyle ilgilenmeyen insanlar için başlangıçta biraz zaman alır. Bunun nedeni ise logoterapinin yönteminin felsefî temellere dayanmasıdır. Varoluş analizi de temel olarak, varoluş felsefesine dayanır. Varoluş analizinin merkezinde varoluş kavramı yer alır.
Logoterapi kelimesi, ilk olarak 1926 yılında Viyanalı nörolog ve aynı zamanda bir felsefe doktoru da olan Dr. Viktor E. Frankl tarafından dile getirilmiştir. Frankl, 1933 yılında tamamlayıcı bir tanım olarak “Varoluş Analizi” kavramını şekillendirmiştir. Varoluş analizi hem logoterapinin antropolojik temellerini oluşturur hem antropolojik bir felsefî araştırma alanı ortaya çıkarır hem de teşhis amaçlı bir uygulama alanı sağlar.
“Logoterapi ve Varoluş Analiz” kavramı, 1948 yılından bu yana psikoterapinin “Üçüncü Viyana Ekolü” olarak tanımlanır (Bu ekollerden birincisi, Sigmund Freud'un psikanaliz yöntemi diğeri ise, Alfred Adler'in bireysel psikolojisidir). Psikoterapinin "Üçüncü Viyana Ekolü" olan logoterapi ve varoluş analizinde, insanda tinsel (ruhî) bir varlığın bulunduğu kabul edilir. İnsan, kendi ruhî kökeninden bir anlam arayışı içerisindedir. Bu bağlamda insan, anlam arayışı içerisinde olup bu nedenle de değer gerçekleştirmeye odaklanır. Anlam odaklı bir psikoterapi olan logoterapi insanın ruhî kökenine / varlığına ulaşmaya ve insanın içerisinde saklı olan bu ruhî kökenin kuvvetlerini harekete geçirmeyi hedefler. Logoterapide insan kavramı psikolojinin ötesinde ele alınır.
Biyoloji, psikoloji, nöroloji, sosyoloji ve benzeri bilim alanları, insanın varoluşunun anlaşılmasına yönelik önemli bilgiler sağlamaktadır. Ancak kişi olarak bir insanın ne ve kim olduğu aşkınlık ile oluşur. İnsanın asıl kimliğine ilişkin bilgisi ise her bir insanın vicdanında verilmiştir.
İnsanlar günlük yaşamlarında içsel anlamda duydukları ruhî tinsel kuvvete kulak vermeleri gerekmektedir. Logosun sesine kulak verip insanın kendini gerçekleştirmesi gerekir. Bu sebeple anlama ve algılama sürecinde (aklın yanı sıra aklın incelenmesiyle ilgilenen bir metafizik dalı olan) noetik güçlerin uyumlu bir şekilde birleşmesi önemli rol oynamaktadır.
Ruh üzerine yoğunlaşan özel bir psikoterapi şekli olan logoterapi nevroz ve depresyonların üstesinden gelinmesi ve yeni kişisel değerlerin bulunması için öz uzaklaşma ve öz aşkınlık gibi manevî alanlarda çalışmalar uygulanır. Logoterapide, her insanın kökeninde anlam arayışı içerisinde olan bir varlık olduğu varsayılır ve herkesin kendine özgü bir değer duygusu olduğu belirtilir. İnsanın kendi değerlerini yaşayamaması ve anlam isteği uzun süreli olarak engellenirse, varoluşsal boşluğa düşer ve burada sıkışıp kalır. Varoluşsal boşluk ise insanı başarısızlıklara götürür. Bu süreç kişileri nevrotik bozukluklara, depresyona, can sıkıntısına, çalışmaya karşı isteksizliğe, korkulara, fobilere ve nihilist düşüncelere sürükler. Aynı şekilde tembellik, bağımlılık gibi davranış bozukluklarına neden olur. Varoluşsal boşluğun dayanılmaz vakumuna karşılık anlam ve anlam istenci iradesi ile karşılık verilmektedir.
YAZAR HAKKINDA…
Frankl, 20. yüzyılın en etkili psikiyatrist ve filozoflarından biri olarak tanınır. Avusturyalı bir nörolog ve psikiyatrist olan Frankl, özellikle "logoterapi" adı verilen anlam odaklı terapi yöntemiyle psikoloji alanına önemli katkılarda bulunmuştur.
Viyana’da dünyaya gelen Frankl, erken yaşlardan itibaren insan psikolojisine ve felsefeye ilgi duymuş, yaşamı boyunca insanın varoluşsal sorunlarına ve anlam arayışına odaklanmıştır.
Frankl tıp eğitimini tamamladıktan sonra psikiyatri ve nöroloji alanında uzmanlaşmış, özellikle depresyon ve intihar üzerine çalışmalar yapmıştır. Ancak Frankl'ın hayatındaki en dönüştürücü deneyim, II. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz ve Dachau da dâhil olmak üzere toplam dört Nazi toplama kampında geçirdiği yıllardır. Bu kamplarda yaşadığı zorluklar, insanın en umutsuz şartlarda bile bir anlam bulabileceği fikrini geliştirmesine yol açmış, bu deneyimlerinden yola çıkarak, insanın temel motivasyonunun haz ya da güç değil, anlam arayışı olduğunu savunmuştur.
Frankl’ın çalışmaları, sadece psikoloji alanında değil, aynı zamanda felsefe ve etik alanlarında da büyük etkiler yaratmıştır. Onun düşünceleri, insanın özgür iradesine ve sorumluluk duygusuna vurgu yapar. Frankl, insanın çevresel şartlardan bağımsız olarak kendi tutumunu seçme özgürlüğüne sahip olduğunu savunur. Bu düşünce de varoluşçu felsefenin önemli bir parçasıdır.
Frankl’ın mirası, bugün de birçok terapist, akademisyen ve birey için ilham kaynağı olmaya devam etmekte olup hayatın anlamını arama sürecinde onun öğretileri, bireylere umut ve rehberlik sunar. Frankl’ın çalışmaları, insan ruhunun zorluklar karşısındaki gücünü ve anlam arayışının dönüştürücü potansiyelini gözler önüne sermektedir.
ESER HAKKINDA
Frankl’ın en bilinen eseri, 1946 yılında yayımlanan “İnsanın Anlam Arayışı” (Man’s Search for Meaning) adlı kitabıdır. Bu eser, onun Nazi toplama kamplarında geçirdiği yıllardan edindiği deneyimlere dayanır. Auschwitz ve Dachau gibi Nazi toplama kamplarında hayatta kalmayı başaran Frankl, bu zorlayıcı şartlarda bile insanın anlam arayışının hayatta kalma mücadelesinde ne denli önemli olduğunu gözlemlemiştir. Ona göre, insan hayatının en temel motivasyonu anlam bulma ihtiyacıdır. Bu fikir, logoterapinin de temelini oluşturur.
Yunanca "logos" (anlam) kelimesinden türetilmiş olan logoterapi, bireyin yaşamına anlam kazandırma çabası üzerine odaklanır. Frankl’a göre, insanlar acı ve zorluklarla karşılaştıklarında bile bir anlam bulabilirlerse, bu durum onların dayanıklılığını artırabilir. Bu yaklaşım, özellikle travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireyler için etkili bir yöntem olarak kabul edilir.
Frankl'ın geliştirdiği logoterapi, "anlam terapisi" olarak da bilinir ve insanın yaşamındaki anlam arayışını temel alır. Freud'un psikanalizinde insanın temel güdüsü haz arayışı olarak görülürken, Adler'in bireysel psikolojisinde güç arayışı ön plandadır. Ancak Frankl, insanın en derin motivasyonunun anlam arayışı olduğunu iddia etmiştir.
Logoterapinin temel ilkeleri şunlardır:
1. Yaşamın Her Durumda Bir Anlamı Vardır: Frankl'a göre, insan yaşamı ne denli zor ya da acı dolu olursa olsun, her zaman bir anlam barındırır. Bu anlamı bulmak, bireyin sorumluluğundadır.
2. Anlam Kişisel ve Özeldir: Her bireyin anlamı kendine özgü olup bu anlam, bireyin yaşam şartlarına, değerlerine ve deneyimlerine bağlıdır.
3. İnsanın Özgürlüğü: İnsan, her ne kadar haricî şartların etkisi altında olsa da yine de bu şartlara karşı kendi tutumunu belirleme özgürlüğüne sahiptir. Frankl'ın toplama kamplarındaki gözlemleri, bu özgürlüğün en zor şartlarda bile var olduğunu göstermiştir.
Frankl'ın en ünlü eseri olan İnsanın Anlam Arayışı, toplama kampı deneyimlerini ve bu deneyimlerden çıkardığı psikolojik ve felsefî dersleri ele alır. İki ana bölümden oluşan bahse konu eserin ilk bölümde, yazarın toplama kamplarındaki yaşantısı ve insanların bu şartlarda nasıl hayatta kaldığı anlatılırken, ikinci bölümde ise logoterapinin temel ilkeleri açıklanır.
Frankl'a göre, insanın anlam arayışı üç ana yolla karşılanabilir:
1. Bir Şey Yaratmak veya Bir İş Başarmak: İnsanlar, üretken olduklarında ya da yeteneklerini bir amaç doğrultusunda kullandıklarında anlam bulabilirler.
2. Bir Şeyi Yaşamak veya Birini Sevmek: Sevgi ve derin ilişkiler, insan hayatına anlam katmanın güçlü yollarından biridir. Sevgi, bir başkasının potansiyelini görme ve ona değer verme eylemidir.
3. Kaçınılmaz Acıya Karşı Tutum Almak: Frankl’a göre acıdan kaçınılamadığı durumlarda, bireyin bu acıya karşı sergilediği tutum, yaşamının anlamını belirleyebilir. Acı çekmek zorunda kalan bir insan bile bu acıya nasıl yaklaşacağını seçme özgürlüğüne sahiptir.
ESERDEKİ BAZI SÖZLERİ…
[Nazi toplama kamplarında bulunduğum dönemde] İntihar düşüncesi, kısa süreyle de olsa, hemen herkesin kafasını kurcalıyordu. Bu düşünce, durumun ümitsizliğinden, her gün ve her saat gölgesi üstümüzde olan kesintisiz ölüm tehlikesinden ve diğer birçokları tarafından yaşanan ölümün yakınlığından doğuyordu. Daha sonra değinilecek olan kişisel inançlarımdan dolayı, [Nazi toplama] kamp[ın]a vardığım ilk akşam, “[kampın dış sınırlarını belirleyen] tele [tel çitlere] koşmayacağıma” yemin ettim. Bu deyim, en popüler intihar yöntemini anlatmak için kullanılıyordu: Elektrik yüklü dikenli tel çitine dokunmak. Bu kararı vermek benim için çok zor olmamıştı. İntihar etmenin pek bir anlamı yoktu, çünkü objektif bir açıdan hesaplandığı ve ihtimâllerin tamamı dikkate alındığı zaman, ortalama bir kamp sâkini için yaşam beklentisi son derece cılızdı. Bütün elemeleri geçip yaşamayı başaran küçük yüzde arasında olmayı rahatlıkla bekleyemezdi. Auschwitz Kampındaki bir tutsak, şokun ilk evresinde ölümden korkmuyordu. İlk birkaç günden sonra gaz odaları bile dehşetini kaybediyordu. Ne olursa olsun, bu dehşet onu intihar etmekten alıkoyuyordu. (ss. 26-28)
“Mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahî bir ışık altında görme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir. Ama her an her yerde acı bulunmasına karşın, bir toplama kampında bile yaşama sanatını uygulamak mümkündür. Bir benzetme yapacak olursak, bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. Boş bir odaya belli bir miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. Ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının “büyüklüğü” kesinlikle görecelidir.” (s. 48)
“Aktif bir yaşam, insana, değerlerini yaratıcı çalışmayla gerçekleştirme fırsatı verme amacına hizmet eder; buna karşılık eğlenceden oluşan pasif bir yaşam ise ona güzelliği, sanatı ya da doğayı içine alan yaşantılarda doyum bulma fırsatı verir. Ama ayrıca hem yaratıcı çalışmadan hem de eğlenceden hemen hemen yoksun olan ve yüksek ahlâkî davranış ihtimâlinden başka bir şeyi kabul etmeyen bir yaşamda da yani insanın, dışsal güçlerle kısıtlı varoluşuna yönelik tutumunda da bir amaç vardır. Yaratıcı yaşamda eğlence (haz) yaşamı da ona yasaktır. Ama anlamlı olan sadece yaratıcılık ya da zevk değildir. Eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın, insan yaşamı tamamlanmış olmaz.
Bir insanın kendi kaderini ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, kendi davasını seçiş yolu, ona en ağır şartlar altında bile yaşamına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. Yaşam yiğitçe, onurlu ve özgecil (diğerkâm) olabilir. Ya da her şeye rağmen kendini koruma çabasındaki kişi, kendi insan onurunu unutup bir hayvan düzeyine inebilir. Burada, insanın, zor bir durumun sunduğu ahlâkî değerlere ulaşma fırsatlarından yararlanma ya da vazgeçme arasındaki seçimi yatmaktadır. Bu da o insanın acılarına değip değmediğini belirler.
Bu varsayımların, dünyalık olmaktan ve gerçek yaşamdan çok uzak olduğunu düşünmeyin. Ancak az sayıda insanın böylesine yüksek ahlâkî standartlara ulaşma becerisine sahip olduğu doğrudur. Onca tutukludan sadece birkaçı içsel özgürlüklerini tamamen koruyabilmiş ve acılarının sağladığı değerlere ulaşabilmiştir ama bu türden bir örnek bile insanın içsel gücünün onu dışsal kaderinin üstüne çıkarabileceğini kanıtlamaya yeterlidir. Bu insanlar sadece toplama kamplarında görülmez. İnsan, kendi acıları yoluyla bir şeye ulaşma şansıyla birlikte, her yerde kaderle karşı karşıyadır.” (ss. 66-67)
Kamptaki (toplama kampındaki) bir insanın içsel gücünü yeniden kazanmasını sağlamaya yönelik bir çabanın, ilk önce ona gelecekte bir hedef göstermeyi başarması gerekiyordu. Nietzsche’nin şu sözleri, tutuklularla ilgili her türden psikoterapi ve koruyucu ruh sağlığı çabalarının yol gösterici parolası olabilir: “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla katlanabilir.” Fırsat bulunur-bulunmaz, varoluşlarının ürkütücü nasılına katlanmalarını sağlayacak bir güce ulaşmaları için, yaşamlarında bu insanlara bir neden -bir amaç- göstermek gerekir. Yaşamında hiçbir anlam, amaç, hedef göremeyen ve bu nedenle sürdürmeyi anlamsız bulan kişinin vay hâline! Kaybetmesi uzun sürmeyecektir.
“Yaşamın anlamına ilişkin sorular, genel ifadelerle cevaplanamaz. Tıpkı yaşamdaki işlerin son derece gerçek ve somut oluşu gibi, “yaşam” da bulanık bir şey değil, son derece gerçek, son derece somut bir şey anlamına gelir. Bunlar, her bireyde farklı ve kendine özgü olan kaderi oluşturur. Hiçbir insan ve hiçbir kader, bir başka insanla ya da kaderle kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrarlamaz ve her bir durum [da] farklı bir tepki gerektirir. Bazen insanın kendini içinde bulduğu bir durum, eylem yoluyla kendi kaderini şekillendirmesini gerektirebilir. Diğer zamanlarda kişinin düşünce yoğunlaşması fırsatlarından yararlanıp bu yolla değerlerini gerçekleştirmesi daha avantajlıdır. Bazen insanın sadece kaderini kabul etmesi, kendi talihsizliğine katlanması gerekebilir. Her durum, kendine özgü olmasıyla ayırt edilir ve eldeki durumun getirdiği soruna her zaman için sadece tek bir doğru cevap vardır.” (ss. 74- 75)
“İnsanın anlam arayışı içsel denge yerine içsel gerilim yaratabilir. Ne var ki, ruh sağlığının vazgeçilmez ön şartı da işte bu gerilimdir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki dünyada, insanın en kötü şartlarda bile yaşamını sürdürmesine, [ve] yaşamında bir anlam olduğu bilgisi kadar etkili bir şekilde yardımı olan başka hiçbir şey yoktur. Nazi toplama kamplarında, yerine getirilmesi gereken görevleri olduğunu bilen insanların, yaşama şansı en yüksek olan insanlar olduklarını gözlemek olasıydı. O günden beri, toplama kamplarına ilişkin yazılan diğer kitapların yazarları, ayrıca Japon, Kuzey Kore ve Kuzey Vietnam savaş tutuklusu kamplarında yapılan psikiyatrik araştırmalar da aynı sonuca varmıştır.” (s. 94)
“Herkesin yaşamında özel bir mesleği veya uğruna çaba harcanacak bir misyonu yerine getirilmeyi bekleyen somut bir görevi vardır. Ne onun yeri değiştirilebilir ne de yaşam tekrarlanabilir. Bu nedenle herkesin işi, bunu yürütmeye yönelik özel fırsatları kadar eşsizdir.
Yaşamdaki her durum insana meydan okuduğu ve çözülecek bir sorun getirdiği için, yaşamın anlamı sorunu gerçekte tersine çevrilebilir. Nihaî anlamda kişinin, yaşamın anlamının ne olduğunu sormaması, bunun yerine bu sorunun muhatabının kendisi olduğunu kavraması gerekir. Tek kelimeyle her insan, yaşam tarafından sorgulanır (sınanır) ve herkes, sadece kendi yaşamı için cevap verirken, yaşama [da] cevap verir; sadece sorumlu olarak bunu yapabilir.” (ss. 97-98)
“Bir başka insanı, kişiliğinin en derindeki özünden kavramanın yegâne yolu sevgidir. Sevmediği sürece hiç kimse, bir başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz. Sevgisi yoluyla insan (fail), sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür. Ayrıca sevgisi yoluyla kişi, sevdiği insanın bu potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar. Sevdiği insanın ne olabileceğinin ve ne olması gerektiğinin farkına varmasını sağlayarak, potansiyellerini gerçekleştirmesini sağlar.” (ss. 100)
SONUÇ…
Sadece psikoloji alanında değil, aynı zamanda felsefe, etik ve kişisel gelişim gibi disiplinlerde de etkili olmuştur. Onun anlam odaklı yaklaşımı, günümüzde pozitif psikoloji ve varoluşçu terapiler gibi alanlarda karşılık bulmaktadır. Özellikle stresle başa çıkma, travma sonrası büyüme ve yaşam memnuniyeti konularında Frankl’ın çalışmaları önemli bir referans noktasıdır.
Modern toplumun hızla değişen dinamikleri içinde insanların yaşadığı varoluşsal krizlere de ışık tutan Frankl'ın görüşleri ve bu bağlamda anlam arayışının önemi, bugün de bireylerin iş yaşamında mutluluk arayışından kişisel ilişkilerde tatmin bulmaya dek pek çok alanda kendini göstermektedir.
Frankl’ın bu kitabı ve logoterapi yaklaşımı, insanın en temel ihtiyaçlarından birinin kendi yaşamına anlam katmak olduğunu ortaya koyar. Onun fikirleri, bireylerin zorluklarla başa çıkma yeteneğini geliştirmelerine ve hayatlarına daha derin bir perspektiften bakmalarına yardımcı olmuştur. Frankl’ın çalışmaları, insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu hatırlatarak her durumda anlam bulmanın mümkün olduğunu gösterir.
Özetle, Frankl’ın düşünceleri sadece psikoloji alanında değil, hayatın kendisine dair daha geniş bir anlayış geliştirmek isteyen herkes için değerli bir rehber niteliğindedir.
Not: Esere erişim linkleri aşağıdadır.
https://dokumen.pub/nsann-anlam-aray-22nbsped-9786054054206.html
https://kitab-evi.com/viktor-emil-frankl-insanin-anlam-arayisi/
© 2025. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
KAYNAKLAR
---, “Viktor Emil Frankl, İnsanın Anlam Arayışı”, Gazete Kadıköy, 03.06.2021, https://www.gazetekadikoy.com.tr/ edebiyat-hayatindan-hatirlamalar/victor-e-frankl-insanin-anlam-arayisi, Erişim Tarihi: 20.02.2025.
Abdullah Özer, “Logoterapi Nedir”,https://www.logoterapi.org/logoterapi-nedir, Erişim Tarihi: 20.06.2025.
Celal Yeşilçayır, “Viktor E. Frankl’ın Yaşam Felsefesi ve Anlam”, Temaşa Felsefe Dergisi sayı: 18 (Aralık 2022), https://dergipark. org.tr/tr/download/article-file/2584591, Erişim Tarihi: 20.02.2025.
Viktor Emil Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, Çeviri: Selçuk Budak, Okuyan Us Yayınevi, 22. Baskı, İstanbul 2015.