
11 Kasım 2022’de Semerkand’da düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Zirvesi’nde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) gözlemci üye statüsüyle TDT’ye kabul edildi. Bu karar, Türkiye için yalnızca diplomatik bir kazanım değil; aynı zamanda TDT’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik kapısını araladığının işaretiydi.
Ancak bu olumlu hava fazla uzun sürmedi. 3 Kasım 2023’te Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen zirvede KKTC, Kazak Cumhurbaşkanı Tokayev’in vetosuyla toplantıya davet edilmedi. Daha da önemlisi, gözlemci statüsüyle tanınan KKTC’nin bir yıl gibi kısa bir sürede görmezden gelinmesi, Türk dünyasındaki birlik iddiasını sorgulatmaya başladı.
TDT’nin bu çelişkili ve tutarsız tutumu, birlik düşüncesinin ne kadar ham, eksik ve hatta samimiyetten uzak olduğunu gösteriyor. Oysa Türk Devletleri’nin birlik vizyonu, sadece ekonomik ya da kültürel bir iş birliği değil; aynı zamanda güçlü bir ahlâki duruş ve vicdan birliği oluşturmayı gerektirir. Bu duruşun en çarpıcı imtihanı ise Kıbrıs meselesidir. Maalesef Türkistan coğrafyasındaki kardeş ülkeler, bu millî meseleye kayıtsız kalmayı tercih etmekteler.
20. yüzyıl, Türk toplulukları için acıların, kayıpların ve ihanete uğramaların yüzyılı olmuştur. Türkistan ve Azerbaycan coğrafyasında, özellikle Karabağ, Bakü ve Fergana Vadisi’nde Rus ve Ermeni birliklerinin yaptığı katliamlar, Kıbrıs Türklerinin Rum çeteleriyle yaşadığı travmalarla benzerlik taşır.
Kıbrıs’ta 1950’lerden itibaren birçok katliam yaşanmıştır. 364 Kıbrıs Türkünün hayatını kaybettiği 1963 Kanlı Noel olayları ve 1974 Taşkent Katliamı bunlardan sadece ikisidir. 15 Ağustos 1974’te Rum silahlı unsurlar, Taşkent Köyü’nde 84 Kıbrıslı Türk’ü —kadın, çocuk, yaşlı demeden— katletti. Bu vahşet “Taşkent Katliamı” olarak hafızalara kazındı. Fakat bu hafıza, Kıbrıs dışında, yeterince işlenemedi, dolayısıyla özellikle Orta Asya'daki kardeş ülkelerde yeterince karşılık bulmadı.
Oysa "Taşkent" yalnız Kıbrıs'ta değil, Türkistan’da da derin bir acının adıdır. 1917 yılında, Rus işgaline karşı ayaklanan Türkistan halkının başlattığı Taşkent Bağımsızlık Hareketi, Bolşevik Rus kuvvetleri tarafından kana boğulmuştur. Hareketin liderleri idam edildi, binlerce kişi tutuklandı, Taşkent sokakları cesetlerle dolmuştur. Bugün bu trajedi, çoğu resmî tarih kitabında ancak satır aralarında yer bulabiliyor.
Bu iki Taşkent trajedisi, farklı coğrafyalarda yaşansa da aynı özü taşıyor: Müslüman Türk kimliğine, bağımsızlık ve özgürlük talebine karşı girişilen sistematik saldırılar.
TDT üye ülkelerinin bu ortak hafızayı ve vicdanı paylaşmak yerine, sessiz kalması, hatta Kıbrıs davasını görmezden gelmesi, birlik iddiasını zayıflatmaktadır.Üye ülkeler bu hafızayı ortaklaştırmak yerine, adeta unutuşa terk ediyor. Bu ise birlik vizyonunun temelini sarsıyor. Oysa tarihî ve kültürel hafızası olmayan bir yapının, stratejik derinliği de olamaz.
TDT'nin zafiyeti sadece hafıza ve tarih konusunda değil, aynı zamanda diplomatik reflekslerde de açıkça görülüyor. 2024 yılının başlarında Avrupa Birliği, Türk Dünyası’ndaki muadili TDT ile kurumsal bir toplantı yapmak yerine, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi üyeleri bireysel olarak Brüksel'e davet etti. Bu yaklaşım, TDT'nin kurumsal yapısını yok sayarak birliği baypas etme çabasıydı.
Daha da çarpıcı olan, davetleri kabul eden Türkistan liderlerinin, ‘Bu görüşmeler TDT adına yapılsın’ bile diyememeleriydi. Bu tutum, ortak hareket refleksinden ne kadar uzak olunduğunu gösterdi. Bu görüşmeler bu yıl Nisan ayında Semerkand Zirvesi olarak devam etti. AB ve Orta Asya ülkeleri ortaklık anlaşması imzalayarak toplam 12 Milyar Euro’luk yatırım anlaşması imzalandı. Bu fon henüz TDT üyesi olmayan Tacikistan dahil beş ülke arasında paylaştırılacak.
Ayrıca Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın Güney Kıbrıs’ta diplomatik temsilcilik açma kararları, Türkiye ve KKTC açısından büyük bir kırgınlığa neden oldu. Millî vicdan, kısa vadeli ekonomik çıkarlar uğruna feda edilmemeliydi. Ama edildi.
Oysa birlik sadece törenlerle, logolarla, kültürel etkinliklerle değil; kriz anında gösterilen tavırla, kendi kurumuna sahip çıkmakla ve kardeş acısına omuz vermekle mümkün olur.
Türkiye bu gelişmelere kamuoyunda doğrudan tepki göstermemeyi tercih etti. Dışişleri Bakanı’nın bir soru üzerine ver-diği ‘aile içi meseleleri kamuoyunda konuşmam’ cevabı, kırgınlığın diplomatik bir ifadesiydi. Halbuki unutulmamalı ki, Kırgızistan ile Tacikistan arasındaki çatışmada Türkiye’nin sağladığı İHA desteği, sahadaki dengeleri Kırgızistan lehine değiştirmişti.
Türk Dünyası’nda hâlen etkili olan Rus gölgesi ancak askeri, ekonomik ve siyasi iş birliği temelinde kurulacak sağlam bir birlikle dengelenebilir.
TDT Devlet ve Hükümet Başkanları Gayriresmî Zirvesi, 21 Mayıs 2025’de Budapeşte’de yapıldı. Zirve toplantısına, gözlemci üye Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ev sahipliği yaptı. Zirveye KKTC davet edilmedi; yalnızca Türk Akademisi nezdinde gözlemci statüsü verilmesi gündeme alındı ve onaylandı. Zirve, AB ve diğer uluslararası örgütlerle ilişkilerde ya da birliğin karar alma mekanizmalarında herhangi bir somut ilerleme sağlayamadan sona erdi.
Türk Dünyası’nın kırgınlıklarla vakit geçirecek zamanı yok. Ortak acılar medya, sosyal medya, aydınlar ve sivil toplum eliyle işlenmeli, ortak bilincin oluşturulmasına katkıda bulunulmalı.
Eğer tüm Türk-İslam dünyasında; Çanakkale, Balkan Faciası, Bosna Soykırımı, Karabağ ve Hocalı Katliamı, Kıbrıs’ta yaşananlar, Fergana Faciası, Türkmenistan’daki Göktepe Katliamı ve ayrıca Çerkes, Kırım, Doğu Türkistan ve Ahıska soykırımları, halkların hafızasında silinmeyecek şekilde yer edinirse; yaşananlardan da gerekli dersler çıkarılmış olur.