
Okul bahçesinde yankılanan kahkahalar, bazen masum bir oyunun değil, bir çocuğun yüreğinde açılan görünmez yaraların sesi olabilir. Akran zorbalığı yalnızca fiziksel şiddetten ibaret değildir; alay edilmek, dışlanmak, tehdit edilmek ya da sosyal medyada küçük düşürülmek gibi birçok biçimde yaşanır ve çocukların hayatında uzun süreli izler bırakabilir. Bu durumun arkasında çoğu zaman kötü niyetten çok karmaşık psikolojik etkenler yatar.
Zorbalık yapan çocuklar genellikle iç dünyalarındaki güçsüzlük hissiyle baş edemediklerinde, okul ortamında bir tür “güç kazanma” “dikkat çekme” yolu olarak başkalarına zarar vermeye yönelebilirler. Bu zarar sadece fiziksel şiddeti içermez, duygusal ve psikolojik şiddeti de katar içine. Evde ya da çevrede saldırgan iletişim örneklerini görerek büyüyen çocuklar, bu davranışları normalleştirebilir. Duyguları tanıma ve ifade etme becerisi yeterince gelişmemiş olanlar, karşısındakinin ne hissettiğini anlamakta zorlanır ve empati kurmakta güçlük çeker. İlgisiz ya da aşırı otoriter aile ortamlarında büyüyen çocukların ise kendilerini gösterebilmek için dikkat çekici ama olumsuz yollar seçtikleri sıkça görülür.
Bu durum ilkokulda belki sadece görmezden gelme, dışlama şeklinde duygusal ve psikolojik şiddet ile kendini gösterirken, ortaokul ve lise düzeyinde fiziksel şiddet, tehdit, şantaj gibi işkencelerle ciddi tehlike boyutlarını içinde barındırır.
Zorbalığa uğrayan çocuklar çoğu zaman yaşadıklarını dile getiremez. “Söylesem kim inanır?” ya da “Daha kötü olur.” düşüncesi, onları sessiz bir geri çekilmeye iter. Bu sessizlik; özsaygının zedelenmesine, içe kapanmaya ve depresyon belirtilerine yol açabilir. Okula gitme isteği azalabilir, akademik başarı düşebilir, hatta güven sorunları yetişkinlik dönemine kadar sürebilir. Akran zorbalığı yalnızca zorba ile kurban arasında yaşanan bireysel bir mesele değil; bir sınıfın, bir okulun, hatta bir toplumun meselesidir. Çevredeki öğrenciler, öğretmenler, aileler ve yöneticiler bu sahnede görünür ya da görünmez roller üstlenir.
Bu sorunu çözmenin yolu yalnızca yasaklar koymak ya da cezalar vermek değildir. Çocuklara sağlıklı iletişim kurmayı, duygularını tanımayı ve empati geliştirmeyi öğretmek, önlemenin en güçlü yoludur. Okullarda düzenli olarak yapılan empati etkinlikleri, güvenli iletişim kanallarının açık olması ve öğrencilerin yaşadıklarını çekinmeden paylaşabilecekleri etkin bir rehberlik sisteminin bulunması büyük önem taşır.
Zorbalık vakalarına karşı okul yönetiminin kararlı bir tavır sergilemesi, ailelerle iş birliği içinde hareket edilmesi ve öğretmenlerin kendi davranışlarıyla saygı ve kapsayıcılık kültürüne örnek olmaları, çocuklar için güvenli bir ortamın temelini oluşturur.
Bu konuda bir ilkokulda sınıf öğretmeni ile birlikte uyguladığım iki etkili yöntemden biri şudur: Her hafta bir ders saatinde çocukları “O” harfi şeklinde yuvarlak biçimde oturtup haftanın genel değerlendirmesini yapıyoruz. Derslerle, öğretmenleriyle ve kendi aralarındaki ilişkilerde herhangi bir problem yaşanıp yaşanmadığını konuşuyoruz. Eğer bir sorun varsa, çocukların olayı ayrıntılı bir şekilde anlatmalarına izin veriyoruz. Karşılıklı olarak sonuna kadar dinliyor, gerek problem yaşayan taraflardan gerekse diğer sınıf arkadaşlarından destek alarak çözüm yolları bulmalarına olanak sağlıyoruz. Çözümü biz emredip dayatmıyoruz; bunun yerine çocukların düşünmelerini, empati yaparak karşı tarafın nasıl hissedebileceğini anlamalarını ve kendilerini nasıl daha iyi hissedebileceklerini irdelemelerine fırsat veriyoruz. Ayrıca, özrün nasıl kabul edileceğini de kendi hisleriyle, duygusal derinliği temel alarak değerlendiriyoruz. Yeni hafta için isteklerini, hedeflerini ve kazanımlarını yine kendilerine sorup notlar alıyoruz. Bir sonraki hafta aynı derste, belirledikleri hedeflerin ne kadarına ulaşabildiklerini kısaca değerlendirerek derse başlıyoruz.
İşe yaradığını gördüğüm bir diğer yöntem ise ödev yada sosyal sorumluluk projesi kapsamında grup, partner ya da takım çalışmaları uygulamaları. Birkaç gün içerisinde belirli bir konu üzerinde grup çalışmaları düzenliyorum ve grupları ben belirliyorum. Özellikle aralarında sıradan bir anlaşmazlık bile olsa sorun yaşayan iki öğrenciyi aynı takıma koyuyorum. İlk başta karşı çıksalar da çalışmaya başladıktan sonra kaynaştıklarını ve sonraki teneffüste birlikte oynadıklarını sık sık gözlemliyorum.
Elbette ki çocuk gelişiminde birçok konuda olduğu gibi bu konuda da en büyük görev ailelere düşüyor. Anne-babalar çocuklarına rol model olmalı, hem kendi arkadaşlık ilişkilerinde hem de çocuğuyla kurduğu iletişimde baskıcı ve zorbalayıcı bir iletişim tavrı gerçekleştirmemelidir. Çocukla hangi davranışlarının zorbalık olabileceği konusunda konuşmak, olumsuz davranışlarını değiştirebileceği hususunda ona güvendiğini söylemek ve bu süreçte kendisini destelemek; en önemlisi de asla fiziksel ceza vermemek bu zorlu süreçte etkin bir rol oynacaktır. Ayrıca çocuğun bu konudaki çabasını ve olumlu davranışlarını görmek ve ödüllendirmek bu yolda büyük bir motivasyon sağlama açısından önemli olacaktır.
Akran zorbalığı bir çocuğun kaderi olmamalı. Hepimizin — öğretmenlerin, velilerin, öğrencilerin ve yöneticilerin — birlikte hareket ettiği bir okul ikliminde çocuklar korkuyla değil, güvenle büyüyebilir. Bazen bir öğretmenin dikkatli bir bakışı, bir arkadaşın “yanındayım” demesi ya da bir ebeveynin yargılamadan dinlemesi; çocuğunun öğretmenlerinin gözlemlerini, önerilerini ve uyarılarını dikkate alması, bir çocuğun dünyasını değiştirmeye yeter. Görünmeyen yaraları görmek ve sarmak bizim elimizde.
Birlikte Daha Güçlüyüz…