Sinir Savaşı

29-01-2022
Sözde Türk Devletler Teşkilatı üyesi Kazakistan’ı kontrol altına alıp Tokayev’in iktidarını pekiştiren Rusya artık Ukrayna üzerindeki baskıyı artırmaya odaklanabilir. Belarus’u kendiliğinden teslim alan Moskova rejiminin hedefi ‘Yeni Rusya’ olarak adlandırdığı Ukrayna’dır. Çünkü Batı Dünyası ile en önemli güç mücadelesi burada yaşanmaktadır. Meydan (Ukraynaca ‘maydan’) gösterileri ile Kiyev’de Batı lehine liberal bir hükümet işbaşına gelirken, Rusya Ukrayna’ya bağlı Kırım’ı Şubat ve Mart 2014’te bir işgal ve Dünya kamuoyunun kabul etmediği uyduruk bir halkoylamasıyla ilhak etmişti. Rusya burada Sovyetler’den bu yana yaşanan alan kayıplarını telafi etmekte ısrarlı olduğunu ilân etmekteydi.
Bu durum aslında 1994’teki Budapeşte Antlaşması’nın ihlâlidir. Bu antlaşmaya göre Rusya, ABD ve İngiltere Ukrayna, Kazakistan ve Belarus cumhuriyetlerine nükleer silahlarını Rusya’ya teslim etmeleri karşılığında güvenlik teminatı vermişlerdi. Bu şekilde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Avrasya coğrafyasında nükleer silaha sahip olan ülkelerin sayısı yine Soğuk Savaş seviyesine çekilmiştir.
Rus ordusu Ukrayna hududunda devasa tatbikatlar ve yığınaklar ile baskıyı artırmaya devam etmekte. Savaş Dünya kamuoyunun gözleri önünde neredeyse çıktı çıkacak. En dikkat çekici yoğunlaşma ise Belarus ve Ukrayna sınırında gerçekleşmekte. Hatta Rus kontrolündeki Belarus’a yapılan askeri yığınak bundan böyle bağımsız bir Belarus devletinden bahsetmenin fiilen doğru olmadığını göstermekte. Burada bulunan 1084 kilometre uzunluğundaki hududa yerleştirilen Rus askeri birlik ve teçhizatı ile Ukrayna’nın isminin zamanında Sovyet türkologları tarafından Kayı Türkleri’nden gelebileceği iddia edilen başkenti Kiyev şehrine doğrudan tehdit oluşturmakta. Kiyev Belarus hududuna takriben 200 km mesafede. Çok hızlı hareket ve manevra kabiliyetine sahip olan Rus birlikleri için bu mesafeyi çok hızlı bir şekilde aşmak zor olmasa gerek.
Batı İttifakı henüz Ukrayna’ya zamanında verilen vaatleri asgari ölçekte nasıl yerine getirebiliriz diye sorgularken ve İngiltere omuzdan atılan hafif anti tank füzesi gönderirken Almanya’dan mizah değeri yüksek haber geldi. Ülkelerini haklı olarak düşman saldırısına karşı müdafaa etmek zorunda kalan insanlara askeri teçhizat yardımı yapmayı reddeden ve hatta ülkesinin hava sahasını NATO müttefiklerine bile bu iş için kullandırtmayan Almanya Ukrayna ordusu ve milis güçleri için 5.000 miğfer yani askeri kask gönderecekmiş. Bu kaskların özel bir maddeden mi yapıldığı, kullanılan alaşımın kurşun geçirip geçirmediğini bilmiyoruz. Karbondan çok hafif bir maddeden mi oluştuğunu, modern uranyum bazlı mühimmata karşı fevkalâde korunaklı olup olmadığını da henüz öğrenemedik. Ancak 100 bin kişilik bir orduya yapılacak olan bu yardım Ukrayna’da çok büyük hayal kırıklığı oluşturdu.
Yeni Almanya hükümeti silah yardımı yaptırmama hususunda kararlı görünmekte. Baltık ülkeleri kendilerinin temin ettiği Alman silahlarını ikinci el olarak Ukrayna’ya devretmek isterken Alman vetosu ile karşılaştılar. Halbuki Baltık ülkeleri Rusya gibi toprağa doymayan, dizginlenemeyen bir komşu ile yaşamanın ne kadar riskli olduğunu tarihten gelen acı tecrübelerle bilmekteler. NATO üyesi olsalar bile NATO’nun onları ne kadar savunabileceği şüphelidir. 
Kazakistan ve diğer bölgelerde yaşandığı gibi hâlâ bölgede güçlü bir istihbarat ağına sahip olan Rusya ise karışıklık çıkarmakta çok mahir. Bunun ön ayağını o ülkelerde yaşayan Rus kökenliler oluşturabilir. Nitekim Ukrayna’daki sorunlar da bu azınlık üzerinden tezgâhlanmamış mıydı?
Rusya ile ABD arasında yapılan müzakerelere bakılırsa, Rusya NATO’nun genişlemesini yani Sovyetler Birliği’nin Polonya, Baltık ülkeleri gibi eski egemenlik alanlarına yayılmasını kendisine bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu bağlamda Rusya kendisine güven veren bir teminat istemektedir. Ancak istediğini elde eden Putin Rusyası’nın bir daha barışçıl politikaya geri döneceğinin garantisi var mıdır?
Hâl böyle iken Türkiye’nin yaptığı diplomatik daveti kabul eden Rus devlet başkanı Putin gerçek niyetleri hakkında ipucu verebilir mi? Yapılan yığınaklar Sovyet coğrafyasını toparlamak için sadece kuru bir tehdit veya bir güç gösterisi mi? Savaş tehdidi aslında bir putinvari blöf mü? Bütün bunlar önümüzdeki Ankara sürecinde aydınlığa kavuşavcak.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?