Dilde Birlik

Dilde Birlik
20-05-2025

Dilde, fikirde, işte birlik şiarı ile Rus işgalindeki Kırım’da ikamet eden Gaspıralı İsmail bey tarafından çıkarılan Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman gazetesi ile Osmanlı Türkiyesi, Kafkasya, Kırım, Kazan, Sibirya ve Türkistan coğrafyası ile bütün Türk Dünyası’na ortak bir dil ile ulaşmayı başardı. 1883 ile 1918 arası tam 35 sene yayında olan gazete ilk başta Perevodçik adıyla bir Rusça bölüm içerse de zamanla Gaspıralı İsmail’e has bir Türkçe ile bilhassa Rus işgalindeki Türk Dünyası’nın ortak fikir platformu hale gelmişti.

Bu gazeteyi başarılı kılan özellikleri şöyle toparlayabiliriz. İşgal felaketini yaşayan Rusya Türkleri elbette neden bu hale geldiklerini sorgularken, bilhassa Gaspıralı’nın öncü olduğu usul-u-cedid adlı çağdaş eğitim yöntemi ve Müslüman Türklerin siyasi kültürel birlik fikirlerinin işlendiği platform olması.

Ancak fikir paylaşım işlevini görebilmesi için ortak yazı ve ortak dile ihtiyaç vardı. Ortak yazı zaten Türklerin İslam ile kitleler halinde tanışmasından itibaren, yani 900’lu yılların başından itibaren kullanıma giren Arapça temelli, fakat Türkçe’ye mahsus ilave harfler içeren, ortak yazı bu gazete ve birlik fikirlerinin yayılmasını sağlayan temel araç idi. Bu şekilde İstanbul, Bahçesaray, Tiflis, Bakü, Kazan, Taşkent gibi belli başlı Türklerin yoğun olduğu şehirlere ulaşıyor, orada ortak kamuoyunun oluşmasını sağlıyordu. İstanbul’a binlerce kilometre uzaklıktaki Türkistan coğrafyasında aynı yazı ile lehçe ve şive farklarının farklı okuma alışkanlıkları ile okunabilmekteydi. Eski yazı Türk lehçelerinin ortak elifbası olarak yüzyıllardır anlaşabilmesini sağlamaktaydı.

Yazı kadar önemli olan elbette o zaman ki kısıtlı medya ortamına binaen gazetede kullanılan ortak dildir. Bu ortak dil için Gaspıralı İsmail İstanbul Türkçesi’ni esas alıp Kırım Türkçesi ile harmanlayarak bütün Türk Dünyası’nda anlaşılabilecek bir dil haline getirmesiydi. Gaspıralı iyi bir öğretmen olmasının yanında dilcilikte de başarılıydı.

Rusya’da Ekim İnkılabı olarak bilinen 1917’deki komünist devrim olduğunda elbette Türk Dünyası’nda bağımsızlık hayali doğdu. Azerbaycan ve Dağıstan Osmanlı Türkiyesi’nin gönderdiği Kafkas İslam Ordusu’nun zaferi ile istiklali elde etmiş, Türkistan’da ise Alaş Orda ve Basmacılar gibi muhtelif muhtariyet hareketleri başlamış, Kazan merkezli İdil-Ural bölgesinde ise komünist Türk milliyetçisi Sultangaliyev önplana çıkmıştı. Ruslar Sultangaliyev ve askerlerini diğer Müslüman ve Türk unsurlara karşı kullanarak onları yendikten sonra tarihin çöplüğüne atacaklardı.

Devrim nedeniyle dağılan Rusya, Kızılordu’nun güç kullanarak tekrar birleştirilmesiyle birlikte bağımsızlık hareketlerine gönül veren Türkler yeniden Rus boyunduruğuna girmiş, bilhassa Fergana Vadisi kan gölüne çevrilmişti. O zamana kadar bağımsız olan Hive Hanlığı ve Buhara Emirliği de yıkılıp ilhak edilmişti. Türklerin birlik ve bağımsızlık fikirleri yerli komünistlerin ve işbirlikçilerin de gayretleriyle 1924’te büyük ölçüde son bulmuştu.

Ancak Rus devrimcileri Müslüman Türklerin ortak yazı, ortak dil ve ortak fikirde birlikte hareketlerini kurdukları devrim rejimi için ciddi bir engel olacağını düşünmekteydiler. Bu birliği bozmak için yerli işbirlikçilerini kullanacaklardı.

Devrim lideri Lenin’e göre Latin harfli yazı ilericiliğin simgesi olarak kabul ediliyordu. Hatta Latin harflerinin Rusça için kullanılması ona göre ilericiliğin bir alameti olacaktı. Ancak Rusça için böyle bir çalışma olmadı.

1922’den itibaren Türk lehçelerini Latin temelli yazıya geçirme projesi başlarken, 1926 Bakü Türkoloji kongresinde Türkiye’nin de katılımıyla Ortak Türk Alfabesi kabul edilmişti. Türkiye bu yazıya birkaç değişiklikle İstanbul Türkçesi’ndeki sesleri esas alarak 1928’de uygulamaya alırken, Sovyetler Birliği’ndeki tüm Türk unsurlar bu ortak yazıya geçişi gerçekleştirdi. Yeni yazı lehçe farklıklarını eski yazıya göre daha bariz hale getirmekteydi. Buna rağmen ortak alfabe ile yazıldığı için Sovyet rejimi için Türklerin ortak bir zeminde anlaşma ihtimali bir tehlike olarak algılanmaktaydı. 1930’lu yılların sonunda Stalin terörü ülkeyi kasıp kavururken ve ne kadar aydın ve milli hassasiyete sahip düşünür varsa ya Turancılık suçlamasıyla çalışma kamplarında ölüme terk edildi veya hemen kurşuna dizilerek infaz edildi. Bu zaafiyet durumunda yerli işbirlikçiler aracılığıyla Rus Kiril harflerine geçiş dayatıldı. Ancak Latin temelli harflerde gibi ortak yazı değil, her Türk toplumunun kendine mahsus kendi lehçesini yansıtacak özel harflerin olduğu yazı olacaktı. Bunun haricinde yasaklı kelime listeleriyle hızlı bir şekilde farklı lehçeleri esas alarak geliştirilen Türk yazı dilleri Türklerin aralarında doğrudan anlaşabilme yeteneğini asgariye indirdi. Buna mukabil Rusça’nın ağırlığı ise ezici bir hâl aldı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Azerbaycan 1991 yılında hızlı bir şekilde Ortak Türk alfabesine Türkiye’yi örnek alarak geçiş yaparak dilde de zamanla Türkiye’ye yaklaşmayı başarabildi. Fakat Hazarötesi Türkistan coğrafyasında maalesef durum böyle olmadı. Kazakistan ve Kırgızistan Kiril harflerinde vazgeçmek istemediler. Hatta 2001’de Berlin’de bir Alman vakfının düzenlediği kongreye Kazakistan devletin adına katılan bir Rus kökenli katılımcı Türkiye’nin Türk İslam Dünyası’ndaki rolünü kastederek Sovyetler’in dağılmasından sonra kendilerine yeni bir ağabey aramadıklarını söyleyerek Alman katılımcıların beğenisini kazanmıştı. Özbekistan’da Türkiye düşmanlığıyla önplana çıkan eski komünist lider Kerimov Özbeklere kendine has Latin temelli bir yazı dayatarak Özbek Türkçesi ile Türkiye Türkçesi’nin zamanla birbirinden alışveriş yaparak ortak zeminde gelişmelerini engellemişti.

Ukrayna Savaşı aslında bir dönüm noktası aryetmektedir. Rusya saldırganlığı Ukrayna Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte yönünü Türk Dünyası’na çevirmesine kesin gözüyle bakılmaktadır. Bu bağlamda Türk Devletleri Teşkilatı’nın önemi her geçen gün artmakta. Türkistan coğrafyasında da zamanla değişen yönetimler artık ortak alfabeye sıcak bakmakta bu konuda 2024’te bir karara varılmıştır. Bu kararın nasıl uygulanacağı henüz maalesef net değil ve gelişmeler yine oldukça yavaştır.

Halbuki Türk Dünyası’nın yazıdan öte ortak dil, ortak savunma ve ortak iktisadi çerçeve gibi daha büyük sorunları vardır. Ortak siyasi anlayışın eksikliği isi geçenlerde Kıbrıs’ta Rum tarafını destekleyen diplomatik tavırla bilhassa Kazakisyan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın henüz bu düşünce zemininden ne kadar uzak olduklarını göstermektedirler.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?