
Dilimiz bizi terk etmezdi: Biz onu ıssız çöllerde bırakmasaydık,
Kofiçyüse sormuşlar; seni bir devletin başına getirseler ilk önce neyi hallederdin? Cevap: Önce o milletin dilini düzeltirdim! Bat Avrupa Türklerinin kültürel varlığı sözkonusu olduğunda; "Dil olmadan din de olmaz!" demekten neredeyse dilimizde tüy bitti, lakin anlayan beri gelsin...
Evet, su meşhur iddiayı, tekrarlıyoruz : Bu millet ne çektiyse dilden ve dilinden çekti. Önce dilimizi dilim dilim dilimlediler, sonra da milletimizi.
Batı Avrupa Türklerinin dil yarası iki taraflı, çift boyutludur:
İlk gelenler göç ettikleri ülkenin diline uzak dururken, sonraki nesiller anadil Türkçe'ye uzak kaldılar.
Anavatan Türklerinin en temel ve öncelikli hedefi; yabancı, baskın diller karşısında milli varlığını muhafaza edebilmesi için anadil Türkçe'yi canlı tutmak olmalıdır.
Yurt dışında ki Türkler ise; hem anadil Türkçe'yi hem de yerleştikleri, göç ettikleri ülkenin resmi dilini ögrenmek ve sahiplenmek mecburiyetindeler.
Asimile olmanın en kestirme yolu, anadili unutulmaya terk etmekten veya önemsememekten geçer.
Dil (lisan) şefkat, ilgi, sevgi bekleyen nazlı dilber gibidir. Onun ihanete, unutulmuşluğa asla tahammülü yoktur! Saksıda kendi haline bırakılmış çicek gibi, bir de bakarsınız soluvermiş.
Batı Avrupa’nın yerli toplumlarıyla birlikte yaşamaktan yana tercihini kullanmış Türkler, ilk başlarda (I. Nesil) şartlarının gereği, bulunduklan ülkelerin dillerini öğrenmekte pek başarılı olamadıklarının ağır bedelini hem kendileri ödediler hem de bir sonraki nesillere ödettiler.
Türk İşçi Göçü'nün 65. yılında
Avrupa Türkünün en öncelikli meselesi, kanayan yarası; dil'dedir, dil 'dendir, dil yüzündendir... Avrupalı Göçmen Türk’ün kültürel varlığının yok oluşu kadar var oluşu da yine dil bilmesine ve dilini bilmesine veya bilmemesine bağlıdır.
Mesela Almanya daki Türk varlığının (kültürel boyutlarıyla ) devamı hem Almanca hem de Türkçe'yi yazılı ve sözlü olarak bilmeye bağlıdır. Bu saatten sonra ne tek başına Türkçe ve ne de sadece Almanca ihtiyacımıza cevap verebilir.
Batı Avrupa Türkleri için Türkçe, Türk-İslam kültür dünyasına açılan kapı, anavatanla kurulan gönül köprüsüdür ve kendi kültürel değerlerimizi bu farklı kültür coğrafyasına taşıyan ana unsurdur.
Anadil Türkeçeyi önemsememek; kendine değer vermemekle, anadil Türkçe den zamanla uzaklaşmak, Avrupalı Göçmen Türk’ün kendisini inkar, hatta intiharı demektir.
Üçüncü nesilde anadilden uzaklaşmayla başgösteren kimlik krizi (bu gidişatla) ileriki zamanlarda "kimlik intiharları"na dönüşecektir. Bu safhaya gelmiş Avrupalı Türkten ne kendisine, ne de sosyal çevresine yani birlikte yaşadığı topluma fayda gelir.
Hz. Ali; "Kişi dilinin altında saklıdır" diyor.
Hele bir konuştur senden zannettiğin Türkleri.. Ne kadar senden olduğunu konuşunca göreceksin; şayet anlaşabilirseniz...
Ebeveynlerin, irili ufaklı derneklerin, sivil kitle kuruluşlarımızın, Türkiye Cumhuriyeti nin temsilcilikleri ve bunlara ilaveten medyamız ve topyekün elitimizin gündeminde anadil meselemiz, gerçekten bir mesele olarak telakki eden acaba var mı, varsa şayet gündemlerinin kaçıncı sırasında?.
Avrupa Türklerinin milli bunyesinde açılan yaraların hemen hepsinin dil yarası olduğunun ne kadarımız farkındayız? Ya diline hakim (sahip) olamayanların ya da dil bilmeyenlerin basiretsizlikleri yüzünden nice suçlamalar ve töhmetlerle karşı karşıya geldik.
Bir zamanlar ilk gelen Türklerin el ve kol işaretlerinin yardımıyla meramlarını anlatanların Almancası fıkralara konu olmuştu. Şimdi o nesilden üçüncü göbek Türklerin Türkçesi fıkralara malzeme teşkil etmeye başladı. Nereden nereye?
"Bundan sonra hutbelerinizi de Almanca okuyun, rüyalarnızı da Almanca görün!" dayatması karşısında, Türkçe'nin akibetiyle ilgili, binlerle ifade edilen cami derneklerimizin temsilcilerinin, tedbir babından projeleri var mı acaba?
Hülasa Türkçe'nin yaşatılabilmesi için, parmakları yorulana kadar yazanlardan ve dilinde de tüy bitene kadar konuşanlardan olmak yetmezmiş gibi, bir de üstüne üstlük, belki bazılarımız ağır-aksak işitir diye, avazı çıktığı kadar bağıranlardanım.
Batı Avrupa Türklerinin kültürel kimlikleriyle, dünyadaki hakim medeniyetin anavatanı bu coğrafyada kabul görmeleri ve varlıklarını devam ettirebilmeleri için, resmi-yerli dile paralel olarak anadilimiz Türkçe aynı seviyede yaşamalıdır.
Bunun için: Alman okullarından kademe kademe Türkçe derslerinin kaldırılmasına sessiz ve bigane kalanlar, hiç olmazsa Türk’ün Batı Avrupa'ya bu sefer işgücü Göçu olarak tarihe geçen serüveninde vebal altında kalmamak için, bundan sonra yeni nesillere kendi kuruluşlarında Türkçe dersler başlatmalıdırlar. Gerçi Türkçe hedefsiz STK’ların inisiyatifine bırakılmayacak kadar kıymetlidir. (Türkçe derslerinin okullarda verilmesi gerektiğine inananlardanım)
"Avrupa"da dört milyon Türk var"la başlayan ve sadece lazım olduklarında, ihtiyaç duyulduğunda, hazır kuvvet gibi, emre amade potensiyel milli güç, maddi kaynak gibi görüldüğünde harlanan Türk, artık
"Sizin Türk" olmaktan çıkıyor, haberin ola ey sağır sultan!
Hala insana yatırım yapmamakta ısrar edilirse, yarınlarda, binbir fedakârlık ve cefalarla şu an alınan bu mekanlarda önce Türkçe konuşanların sayısı, akabinde buralara uğrayanların sayısı azalacak, azalacak, azalacak.….
Ve günün birinde kapısına kilit vurulan veya başka gayeler için kullanılan bu yerlerin önünden geçen bizden birileri, biraz duraksayacak, biraz gözleri nemlenerek şu kapı kitabesini okuyacak:
“Bu mekanda, hareketli ve bereketli kalabalıklara ev sahipliği yapıldığı günlerde Türkçe konuşuluyordu.”
Ben adamsızlıktan, siz dilsizlikten deyin; ata yadigarı bu mekanın da kapısına böylece kilit vuruldu.