
Zaman, insanın elinden pek çok güzelliği alıp götürürken, geriye sadece hatıraların tozlu raflarında saklı kalan kıymetli izler bırakıyor. Bunların başında, bir zamanlar kelimelerle kurulmuş en samimi köprülerden biri olan “mektup” gelir. Bir dostun el yazısıyla karalanmış birkaç satırı, yüreğin en derin köşelerine dokunur; öyle ki, bu satırlar zamanla birer edebiyat yadigârına, duygu arşivine dönüşür. Ne var ki günümüzde bu incelikli sanat, teknolojinin baş döndüren hızı karşısında sessizce sahneden çekilmiş gibidir.
Evet, belki beylik bir şikâyettir bu. Ama hakikatin de bir cilvesi vardır: Mektup, artık bir haberleşme aracı değil, adeta bir hatıra nesnesi, nostaljiyle anılan bir gelenektir. Cep telefonlarıyla yapılan görüntülü görüşmeler, saniyeler içinde gönderilen mesajlar, akıllı cihazların “hızlı” imkânları mektubun yerini aldı almasına; fakat bunların hiçbiri, bir zarfa konmuş, pulla mühürlenmiş, posta yoluna düşmüş bir mektubun taşıdığı anlamı barındırmaz.
Mektup bir yavaşlık sanatıdır. O yavaşlıkta düşünce vardır, dikkat vardır, seçilen kelimelere yüklenen incelikli anlamlar vardır. Hele ki mektup, dostlar arasında teati edilen bir tebrikse; bir bayram sabahı yahut özel bir gün vesilesiyle gönderilmişse, onun taşıdığı zarafet, bugünün dijital ifadelerinde kolay kolay bulunmaz. El yazısıyla kaleme alınmış bir satır, insanın şahsına dair bir iz taşır. Yazının eğimi, kelimelerin seçilişi, hatta noktalama işaretlerinin kullanımı bile kişiye dair ince bir işarettir.
Her mektup bir edebiyat eseri değildir elbet. Ama her mektup, içinde biraz sevgi, biraz hasret, biraz da vakit ayırmanın nezaketini taşır. Bu yönüyle mektup, yalnızca yazılı bir ileti değil, bir gönül armağanıdır. Hele ki uzaklarda olan bir dosttan gelmişse; mektup, hem bir selamdır hem de uzaklıkların aşılabildiğinin ispatı olur. Sadece yazılmış olması bile, yazanın kalbinin alıcıya dönük atmasının bir işaretidir.
Mektup yazmak, aslında bir tür sabırdır. Önce yazan sabreder, sonra bekleyen. O bekleyişte bir merak, bir sevinç, bir heyecan gizlidir. Cevap gelir mi bilinmez. Ama asıl olan, niyettir; yazılmış olmak, muhatabını düşünmüş olmaktır.
Sonuç olarak
Mektup, bir çağın sesi, bir kalbin izidir. Yalnızca yazıldığı kişiye değil, zamana da yazılır. Bugün mektup yazmak, geçmişe duyulan özlemin değil; geleceğe bırakılan zarif bir iz olmanın adıdır.
Modern zamanlar bize hız kazandırdı ama his kaybettirdi. Mektup, bir zamanlar insana temas eden kelimeler diyarıydı. Şimdi birçoğumuzun çekmecelerinde sararmış zarfların, kurumuş mürekkeplerin, okunmaktan kat yerleri yıpranmış kâğıtların hatırasından başka bir şey kalmadı.
Belki de mektubun bugünkü kıymeti, artık yazılmadığı içindir.
Eskiler bilir nazik bir cümle eklenirdi mektupların sonuna cevap beklendiğinin bilinmesini hatırlatmak için.
“kestane kebap acele cevap “
*Bir işin, bir olayın sonu, akibet