
Derin Devletimizi Kim Dolmuşa Bindirdi!
Her alanda hali vakti yerinde, kendi kendine yetebilecek dünyanın sayılı ülkelerinden birisi iken ihraç etmeden ayakta kalmaya takati kendinde bulamayacak duruma getirilen güzel ülkemizin durumunu uzaktan buruk bir şekilde seyredince birçok şey daha net görünüyor.
Piramit yapılanması şeklinde herkesin gözleri önünde yerin altı ve üstü talan edilen, her köşesi yangın yerine dönmüş, kapanın elinde kalan, yapanın yanına kâr kalan, yarınlarından emin olamadığı için ülkeden ayrılmak için herhangi bir batılı ülke vizesi almak için kuyruklar bekleyen bir ülkeyi ve insanlarını belki yıllar önce fotokopisini çektiğim ve dosyaların arasında bulduğum Alıntı biraz anlatır gibi sanki.
* * *
Portakal
“Söz anlayacak çağa geldiğinde baba, biricik oğlunu yanına alıp kırda uzun bir yürüyüşe gitmiş. Hiç konuşmadan dakikalarca yürüdükten sonra vâdiye yüksekten bakan küçük bir tepe üstündeki büyük ağacın gölgesinde mola vermişler. Yine dakikalarca süren bir suskunluktan sonra baba, yanında oturarak gün batımını seyreden oğluna dönmüş,
-Biliyor musun oğlum, demiş, "hayat bir portakaldır!"
Çoçuk hiçbir şey anlamamış tabii. Onca uzun bir yürüyüş ve sükûtla geçen onca zamandan sonra babasının bu cümleyi düşüne-taşına, evire-çevire tasarladığını ve kafasına iyice yerleştirip unutulmaması için böyle bir merasime lüzum gösterdiğini farzederek, babasının sözlerini içinden tekrarlayarak beynine yerleştirmiş. Baba-oğul bir müddet daha manzarayı seyrettikten sonra kalkıp yine aynı yoldan evlerine dönmüşler.
Aradan uzun yıllar geçmiş. Çocuk büyümüş, baba yaşlanmış; nihâyet oğul orta yaş sularına erişip şakaklarının kırlaşmaya başladığı bir demde, "baba"nın hastalandığını, hatta iyice ağırlaştığının haberi gelivermis. Telaşla babasının odasına koşmuş oğul. Bir köşede sessiz hıçkırıklarla sarsırken mendiliyle yüzünü kapayan anne, çantasını toparlayarak gitme hazırlığı yapan doktor ve sonuna kadar çekilmis perdelerin tamamladığı bir oda atmosferinin tam ortasında derin iniltilerle çarşafın altında kaybolmus gibi yatan babasına bakmış. Annesiyle gözgöze gelince ondan "baban gidici yavrum" mesaji alan oğul, bütün cesaretini toplayarak babasına doğru eğilmiş,
-Baba, benim.. oğlun!
Yaşlı adam sararmış çehresini oğluna güçlükle çevirmiş
Baba, hatırladın mı , bundan yıllarca önce, ben henüz küçük bir çocukken beni kırlara götürüp bir şey söylemiştin hani?...
Hani şöyle demiştin bana; "Hayat bir portakaldır oğlum!"
....?!
Sahi, o sözle ne demek istemiştin baba?
Yaşlı adam fersiz gözlerinde beliren son ışıltıyla oğluna bakmış, hafifçe gülümsemiş ve güç duyulur bir sesle,
-Valla hiçbir fikrim yok evlât! diye fısıldadıktan sonra başı yana düşmüş.
Demokrasiye yürekten bağlı olmak, insan haklarına saygıdan asla vazgeçmemek, Cumhuriyet' in temel ilkelerine sadık kalmak, güçler ayrılığının faziletine inanmak, hukuk devletinden tâviz vermemek, muasır medeniyetin içinde yer almak, hukukun bağımsızlığına, askerlerin siyasete karışmamasına, hâkimiyetin bilâ kayd ü şart millette olmasına, meclisin üstünlüğüne, yönetimin şeffaflığına inanmak gibi güzel düstûrlar yıllarca "hayat bir portaldır” vecizesine affettiğimiz hikmetle bir tutup tutmadığımız takılıverdi aklıma.
Ya bu güzel sözleri bize öğretenler, bugünlerde fersiz çehrelerini bize çevirip, "Valla hiçbir fikrim yok evlat!" derlerse ne yaparız?
Portakal değilse nedir peki bunca şey?”
* * *
Eskiden ne güzeldi derin bir devletimiz vardı! Onlar bizim için herşeyin en güzelini düşünüler diye inanırdık.
Şimdi varmı yokmu bilmiyoruz, varlarsa onlarda kendilerini düşünmeye başladılar diye düşünme hakkımız var galiba.
Onları da Dolmuşa mı bindirdiler yoksa?!
Onlar da mı Portakal çıktı.?!