Göçün 64. Yılında….
Merhum Babam Mehmet Aktaş’ın, ve bu topraklarda ömür tüketerek, rahmete kavuşanların aziz hatırasına…
“Tren hareket ettiğinde, kimse bunun bir dönüşsüz yolculuk olduğunu bilmiyordu.”
-1961’de Almanya’ya giden ilk Türklerden -
İŞGÜCÜ ANLAŞMASI:
30 Ekim 1961
Türkiye ile Almanya arasında 30 Ekim 1961’de imzalanan “İşgücü Anlaşması”, Türk ve Alman tarihinin dönüm noktalarından biridir.
Bu imza, kağıt üzerinde ekonomik bir işbirliği gibi görünse de, aslında medeniyetlerarası bir yolculuğun kapısını açtı.
O trenlere binen ilk işçiler; köylerinden, çocuklarından, toprağından ayrılıp yabancı bir coğrafyada hayat kurmaya gidenler kendilerine yüklenen misyonun farkında olmayan gönül işçileriydi.
Kimileri madenlerde, kimileri fabrikalarda, kimileri inşaatlarda çalıştı. Ama hepsinin kafasında aynı düşünce vardı: “Bir gün dönmek.”
Oysa zaman, dönülemeyen bir dönüş hikâyesi yazdı.
70’ler: Ailelerin Göçü
1970’li yıllar, Avrupa’daki Türk varlığının kalıcı hale gelmeye başladığı dönemdir.
Aile birleşimi uygulamalarıyla eşler ve çocuklar da Avrupa’ya geldi. Artık mesele yalnızca iş değil, hayatın kendisiydi.
Böylece Avrupa şehirlerinde “küçük Türkiye”ler oluştu. Camiler, bakkallar, kahvehaneler, terziler…
Her biri, Türk kültürünün sessiz elçisiydi.
Bu yıllarda Türk toplumu, bir yandan yabancı bir kültür içinde tutunmaya, diğer yandan kendi değerlerini korumaya çalıştı.
Bu ikili hayat, Türklerin Avrupa’daki varlığını belirleyen temel dengeyi yarattı: Asimile olmadan Uyum içinde kimlik muhafazası.
80’ler: Teşkilatlanma Ve Kimlik Bilinci Yılları
1980’ler, Avrupa Türkleri için örgütlenme çağı oldu.
Artık “misafir işçiler” değil, “kalıcı bir topluluk” vardı.
Bu topluluk, hem dinî hem de kültürel açıdan kurumsallaşma ihtiyacını hissetti.
Bu yıllarda Türk Federasyon, İKMB, DİTİB, İGMG, ATİB, HDT, TürkÜnid, ATÖF, AABK, SmF e.V (Sozialdienst müslimischer Frauen), Berlin Türkiye Kadınlar Birliği, TİDAF, ATİAD başta olmak üzere birçok dernek ve federasyon kuruldu.
Bu kuruluşlar, cami hizmetinden gençlik çalışmalarına, eğitimden kültüre, kadın haklarından, sportif faaliyetlere kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösterdi.
Artık Avrupa Türkleri, “burada nasıl yaşarız?” değil, “burada kim olarak var oluruz?” sorusunu soruyordu.
90’lar: Acı Ve Direnişin Dönemi
1990’lar, bir yandan kimlik inşasının, diğer yandan ırkçılıkla yüzleşmenin yıllarıydı.
1992’de Mölln, 1993’te Solingen, 2020’de Hanau saldırıları, Türk toplumunu derinden sarstı. İlerleyen yıllarda ırkçı, yabancı düşmanlığı ve nefret saldırıları hiç durmadan devam etti.
Ancak her acı, bir uyanışı da beraberinde getirdi.
Türkler, daha güçlü örgütlendi; birlik ve dayanışma ruhu arttı.
Bu dönem, “işçi Türk” imajının kırıldığı, “toplumun asli unsuru” kimliğinin filizlendiği bir evreydi.
2000’ler: İki Kültür Arasında Denge
Yeni binyıl, Avrupa Türkleri için olgunluk dönemidir.
Artık üçüncü kuşak yetişmiştir. Bu kuşak, Almanca düşünebilen ama Türkçe hisseden, Avrupa değerleriyle yetişip Anadolu sevgisiyle yaşayan bir kuşaktır.
2000’lerle birlikte Türk girişimciler ekonomide büyük bir güç haline geldi.
Bugün Almanya’da yüz binden fazla Türk işletmesi var. Bu işletmeler, sadece ekonomik değil, sosyokültürel köprüler kurdu.
Ayrıca Avrupa’da Alman lisansıyla yayın yapan ilk Türk Televizyonu Kanal Avrupa (2006) Türkçe-Almanca yayınlara başladı. Türkçe günlük haftalık ve aylık gazeteler, Türk dizileri, müziği, sineması Avrupa ekranlarına girdi. Türk mutfağı, Avrupa sofralarının parçası oldu.
2010–2025: Gurbetciden Kök Salan Batı Avrupa Türklerine
Son on beş yılda Avrupa Türkleri artık tam anlamıyla diaspora toplumu haline geldi.
Bir yandan Avrupa değerleriyle bütünleşmiş, diğer yandan kimliğini korumayı başarmış bir yapı oluştu.
Türk kökenli milletvekilleri, üst düzey bürokratlar, hakimler, savcılar, avukatlar, banka müdürleri, sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, öğretmenler, birçok alanda eğitimciler artık Avrupa’nın entelektüel hayatında söz sahibi.
Ancak bu dönemin en büyük sınavı, asimilasyon ve kimlik erozyonu tehlikesi.
Bu yüzden aileler, dernekler ve eğitim kurumları, dil bilincini korumak için yeni çabalar içerisine girmekte zorlanıyorlar. STK’lar gelenekçi, buyurgan yapıdan kurtulmayı başaramadığı için yeni nesillerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak görüntü sergilemekteler.
Sonuç: Göçten Yerleşik Hayata
“Almancası Türkçesinden güzel nesillere”
30 Ekim 1961’de başlayan göç, 31 Ekim 2025’te 64. yılını dolduruyor.
Bu 64 yıl, bir toplumun yalnız alın teriyle değil, sabır, inanç ve kültürle inşa ettiği bir destandır.
Birinci kuşak beden gücüyle, ikinci kuşak sabrıyla, üçüncü kuşak eğitimiyle, dördüncü kuşak bilinciyle bu hikâyeyi yazdı.
Bugün Avrupa’da doğan Türk çocukları, iki dünyanın hikâyesini bir arada taşır: Doğdukları ülkenin vatandaşlarıdır, ama ait oldukları medeniyetin “Almancası Türkçesinden güzel” evlatlarıdır. “Nerenin yerlisi, nerenin yabancısı oldukları” kendileri dışında herkesin haklarında konuştuğu nesillerdir.
“Göç, yalnız yer değiştirmek değildir. Göç, insanın kendi köklerini yeniden yeşertme çabasıdır.”
“Mızrabımız saza varsa
Köln’den ses gider Kars’a
Bir yan Berlin bir yan Bursa
Biz artık buralıyız..”
Ozan Yusuf Polatoğlu
Tarihsel Dönüm Noktaları
• 30 Ekim 1961: Türkiye–Almanya İşgücü Anlaşması
• 1974: Aile birleşimi dönemi
• 29 Mayıs 1993: Solingen Faciası
• 2004: AB genişlemesiyle Türklerin Avrupa’daki statüsünün güçlenmesi
19 Şubat 2020: Hanau Faciası
• 2025: Almanya’daki Türk nüfusu 3 milyonu aştı.
……..
Not:
Bu makale, “(Gurbetin) Yeni Vatan Avrupa’nın Yürekli Çocukları” Avrupa’daki Türk toplumunun altmış dört yıllık sosyal, kültürel ve insani serüvenine ışık tutma umuduyla kaleme alınmıştır.
Kaynak:
*Yâd Eller Aldı Bizi ,
*Köln Mektupları,
*Türkleşmek-İslamlaşmak-Almanlaşmak (Şefik KANTAR)
*Garpın Gökkubbesi Altında Türkler
*Müslümanı Avrupalılaştırmak (Mahmut AŞKAR)
*Ali KILIÇARSLAN Makaleleri
*Kültürümüzün Nağmeleri.
*Ozandan Gönüllere.
(Ozan Yusuf POLATOĞLU)
*Göçün 35.Yılında,
*50. Yılında Avrupa Türkleri
(ATİB yayınları)
