Gönlümden... Hasan Erdem

Gönlümden...  Hasan Erdem
23-07-2025

Hasan Erdem Tekirdağ, Hayrabolu, Kutlugün Köyü doğumlu. Küçük yaşta Eskişehir'e gelip yerleşmişler. "Neden Eskişehir?" dedim. Köylerinden ilk gurbete çıkan kişi hangi sebeptense Eskişehir'e gelmiş. Hasan Erdem'in babası da "tanıdığımız var" diye düşünüp gelmiş.

Çocukluğumuzda Feridun Fazıl Tülbençi'den , Abdullah Ziya Kozanoğlu'dan tarihi romanlar okurduk.

Hasan Erdem tarihi romanlar, hikâyeler yazıyor. Genellikle Türk akıncılarının Balkanlarda geçen maceralarından anlatıyor.

Kitapları şunlar;

-Şar Dağının Kurtları

-Argos Kalesi

-Kızıl Atın Süvarisi

-Balkan Şahini

-Otranto 1480

-Atilla'nın Kargısı,

-Atilla'nın Kalkanı

-Atilla'nın kamçısı

-Tarihimizden Hikayeler

-Tarihimizden Hikayeler- Bozkurt

-Tarihimizden Hikayeler- Islık Çalan Oklar

-Malkoçoğlu

-Kurtuluş Savaşı Hikayeleri

-Selçuklu Hikayeleri.

 

Kitap okuyanımız az. Bazı eşten, dosttan duyduklarım kitap baskı sayılarının elli, yüz yüz elli.. gibi rakamlar olduğu. Bir arkadaşımın bence çok önemli bir kitabının beş yüz adet bastırıldığını öğrendim.

Hasan Erdem'in son kitabının altı bine ulaştığını söyleyeyim.

Hasan Erdem çocukluğunda simit satmış, su satmış, çizgi roman yapmış. Çizgi romanının götürdüğü kişi biraz daha üzerinde çalışmasını isteyince yazmaya başlamış.

Tuğla ocağında da çalışmış bu arada.

Eskiden harman tuğlaları olurdu, içi dolu. Evler onunla yapılırdı. Tuğla ocakları şehrin kenarında hatta biraz uzağında idi. Çalışmak isteyen çocuklar için ideal bir yerdi. Çalıştıranlar için de ucuz işçi idi. Bir müddet ben de çalışmıştım.

Tuğla için önce çorak toprak gerekli. Çini, seramik için ideal topraklar İznik, Kütahya, Bilecik tarafında oluyor genelde. Bizim buradan da civar vilayetlere tuğla, kiremit yapılması için toprak giderdi.

Sonra bir oval kuyu olurdu, yüksekliği ortalama bir insan omuzu seviyesinde. Bir gün önceden toprak doldurulur, toprağın üzerine çıkacak şekilde su basılır, bir gün beklenirdi.

Sonra sabah 04-05 gibi gelinir, biraz uzağa tezgâh kurulur. İki kişi, iki tekerlekli araba ile kuyudan çamur getirir, tezgâhta önce kalıbı kumlarlar, sonra ikişer ikişer tuğla keserler. Başkaları bu kalıpları alır, sahaya ters çevirir döker. Etraf dolmaya başlayınca tuğla tezgâhını kuyuya doğru yaklaştırır biraz mola verirsin. Sonrakinde zaten kuyunun yanına gelir ki artık iş bitmiş demektir.

Bu yerde bekleyen tuğlaları akşam üzeri ikişer ikişer sıra yaparsın, üst üste koyarsın. Buna "kafes" denir ki beş sırada on tuğla olur. Bir gün sonra bu kuruyan tuğlaları duvar örer gibi yığarsın, genellikle üç sıra olur. Sonra bu tuğlaları "kofra"ya taşırsın. Kofra dediğin dışı çamurla sıvalı, dört tarafı duvar üstü açık bir oda.

Duvar gibi dizilen tuğlalar buraya taşınır. Zemine aralıklı olarak dikine dizersin tuğlaları. Boşluklara kömür doldurursun. İkinci sıraya tuğlalar boşluksuz olarak dizilir, bir döşeme gibi. Üçüncü sıra yine dikine, boşluklu dizilir ve kömür doldurulur... Böyle böyle belli yüksekliğe kadar devam eder. Sonra aşağıdan kömürü yakarsın. Günlerce sürer bu. Sonra da tuğlalar kızarır ve kullanılmaya hazır hale gelir.

En çok parayı alan çukurcudur. Sonra kesiciler, çamurcular, kafes yapanlar şeklinde devam eder. Ben kafes yapardım, bir de duvar gibi dizilmişleri kofraya taşırdım.

Tuğla yapımını da anlattık böylece, çocukluğumuza dönerek.

Hasan Erdem ilk ve orta öğrenimini Eskişehir'de tamamlıyor, bu sefer Bursa'ya gidiyorlar. Askerlik dönüşü otomotiv sektöründe üretim yapan bir firmada güvenlik şefi olarak çalışıyor. Güvenlik şefi ama tam bir güvenlik şefi. Firma yabancı. Haftalarca kurs veriyorlar, insanlara nasıl davranılır, nasıl konuşulur, ilk yardım nedir nasıl uygulanır vs. Konunun uzmanlarına ders verdiriyorlar.  Dedikleri şu "Fabrikaya gelen her kim olursa olsun kraldır, kral muamelesi görür, öyle davranacaksınız." İkincisi de şu "Buraya gelenler ilk defa sizi görür, siz fabrikanın görünen yüzüsünüz. Bakımlı olacaksınız. En iyi ayakkabıyı, en iyi elbiseyi, en iyi kravatı takacaksınız."

Maaşları da ona göreymiş tabi. Her altı ayda bir de dedikleri gibi en iyi ayakkabıyı, elbiseyi, kravatı verirlermiş.

Hani yolculuğunuzda yanınızda bir ziraatçı olur size ağaçlara, toprağa bakarak bir şeyler söyler. Yol arkadaşınız mimarsa bina cephelerini eleştirir, yerleşim birimleri hakkında konuşur. Birine yer sorarsınız bildiği yerlerden tarif eder "şu camiden sonra ileride bir mescit var. Biraz yürüdükten sonra çeşme göreceksin, onun arkası" der meselâ. Bir başkası şu lokantayı geçeceksin, biraz yürüyünce bir meyhane göreceksin, sokağın sonunda bir tekel bayisi var, onun yanı" der.

Hasan Erdem de öyle. "Şu dağlarda şu savaşlar olmuş. Şu taraftan şunlar gelmiş. Bak burada Kırgız mezarları var..." diye konuşur.

Geçenlerde bir yerde durduk, otların yanına gitti. "Bunlar sarı kantaron. Yara için iyi gelir. Bunu bir kaba koyacaksın, üzerine zeytinyağı dolduracaksın. İki ay kadar bekleyecek. Rengi kırmızıya dönecek. Sonra süzeceksin Açık yaraların üzerine süreceksin. Eğer midede yara varsa sabah bir kaşık içeceksin... Atalarımız savaşa giderken fıçılarla bundan götürülermiş ok ve kılıç yaraları için" dedi.

Biz yara olarak gönül yarasını bilirdik. Ok dediği kirpik, yay dediği kaş idi bizim için. Zaten Kalkan'ımız da vardı. Ama bir kavanoz da bana yapmış Hasan Arkadaşımız, inşallah kullanmaya gerek olmaz.

Şimdi Kurşunlu'da, dağ tepelerinde, deniz kenarında geziyor Hasan Erdem. Yazın sadece okuyor, kışın da yazıyor.

Allah sağlık versin, o yazsın biz okuyalım efendim.

Selçuklu Hikayeleri kitabına benim yazmaya çalıştığım bir şiiri almış sağ olsun Hasan Erdem , onu koyalım bugün de..

Şeyh Ahmet Yesevi'nin Anadolu'ya göndereceği alperenlerine söyledikleridir.

Ok atılmış Horasan'dan,

Bir mübarek ize doğru.

Mayalar aynı hamurdan,

Yürümüşler bize doğru.

 

Anlatır Hoca Yesevi,

Yesevi ki iman devi,

Işık ışık,sevi sevi,

Irmaklar denize doğru.

 

''Anadolu salkım saçak,

Her tarafı keskin bıçak,

Dermanı sizdedir ancak,

Kor götürün buza doğru.

 

Haksızlığa karşı durun,

Adaletli nizam kurun,

Mekan mekan mühür vurun,

Yokuşlardan düze doğru.

 

Mühür türbe.mühür addır,

Mühür çınardır,murattır,

Mühür atiye kanattır,

Kara kıştan yaza doğru.

 

Gökten yıldızlar yağmalı,

Yere hakikat sağmalı,

Karanlığa ay doğmalı,

Toz atmayın göze doğru.

 

Karaları al eyleyin,

Dilinizi bal eyleyin,

Dikenleri gül eyleyin,

Kabuklardan öze doğru.''

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?