6 Kasım 2025’te İsrail; Güney Lübnan’da, Hizbullah’a yönelik yeniden ağır hava saldırılarına başladı. Peki, İsrail Lübnan arasındaki gerilimin, temelde sebebi ne? İsrail neden Lübnan’ı düzenli aralıklarla vuruyor? Bu noktada, bu sürecin tarihsel arka planına baktığımızda; Lübnan ile bugün yaşanan gerilimlerin başlangıcı, 1948 İsrail’in kuruluş dönemine kadar uzanır. 1948’de, İsrail devletinin kurulması, Arap dünyasında büyük bir kriz yaratmıştı. Lübnan; bu dönemde, Filistinli mültecilerin büyük bir kısmını kabul etmişti ve bu durum Lübnan’daki demografik yapıyı önemli oranda etkilemişti. Bu noktadan itibaren de artık, Lübnan’ın güneyi, silahlı gruplar için bir üs haline gelmişti. Bu sebeple İsrail- Lübnan arasındaki ilk sınır gerilimleri böylelikle patlak vermişti. Bu evrede çatışma, Filistinliler ve İsrailliler arasındaydı.
Sonraki yıllarda artık biriken siyasi, toplumsal ve bölgesel gerilimlerin patlamasıyla Lübnan’da bir iç savaş başladı. Lübnan, 1973 Bağımsızlık Paktı ile farklı mezhep grupları arasında ‘’güç paylaşımı’’ sistemi ile kurulmuştu. Fakat; bu sistem, demografik yapının bozulmasıyla giderek kırılganlaştı. Maronit Hristiyan-Müslüman nüfus dengesizliği, bu sistemde Hristiyanları ayrıcalıklı hale getirmişti. Sonrasında Filistinli mültecilerin ülkeye girişiyle de, değişen demografik yapı sebebiyle, devlet otoritesi giderek zayıfladı. Ve artık 1970’lerin ortasına gelindiğinde Lübnan; devlet içinde, minik devletçiklerin olduğu bir görünüme kavuşmuştu. Filistin Kurtuluş Örgütü de, bu evrede Lübnan’a yerleşti. Tam da bu noktada; FKÖ ile Hristiyan milisler arasında çatışmalar başladı. Bu çatışmaların fitilini ateşleyen ilk olay, 13 Nisan 1975- Ayn el-Rummane’de yaşandı. Beyrut’un Hristiyan mahallesi Ayn el-Rummane’de, Falangist (Maronit) milis lideri Pierre Gemayel’in bulunduğu kilisenin dışından, bir araçtan yapılan saldırı da, bir Falangist ölmüştü. Bu olay üzerine de Falangistler, kısa bir süre sonra bölgeden geçen bir FKÖ otobüsünü, pusuya düşürerek 27 Filistinliyi öldürmüşlerdi. Ve artık günün sonunda, bu karşılıklı saldırılar ile günlük çatışmalar kontrol edilemez bir hale gelmişti. Milis grupları, sokakları kontrol altına almış ve Beyrut; Hristiyan ve Müslüman hatlarına bölünmüştü. Bu çatışma ortamı, zamanla Maronit milisler, Müslüman milisler, Dürzi milisler, Filistinli gruplar gibi çok aktörlü bir duruma bürünmüş ve durum artık bir iç savaşa doğru sürüklemişti. 1975’te başlayan Lübnan İç Savaşını fırsat olarak gören İsrail; Filistin Kurtuluş Örgütünü sınırdan uzaklaştırmak için, 1978’de ‘’Operation Litani’’ adıyla Lübnan’ın güneyine askeri operasyon düzenlemişti. Bu noktada, İsrail FKÖ’yü tamamen temizlemek ve Lübnan’ı kendi lehine etkilemek için 1982’de artık geniş çaplı bir işgal başlatmıştı. Bu dönemde İsrail’in asıl amacı, doğrudan güvenlikti ve Lübnan’daki bu iç karışıklık da, askeri müdahalesini oldukça kolaylaştırmıştı. Fakat; İsrail’in 1982 işgali, İran destekli Şii grupların birleşerek, Hizbullah’ı kurmalarına sebep oldu. Hizbullah İsrail’e karşı geniş çaplı bir silahlı direniş başlattı. ( roket saldırıları, gerilla saldırıları, suikastler) 2000 yılında İsrail; geri çekilmek zorunda kaldı ve Hizbullah sınır boyunca askeri kapasitesini korudu. Bu dönemde artık çatışma; İsrail ile Hizbullah eksenine dönüştü. Ama Lübnan devleti Hizbullah’ı doğrudan kabul edemedi bu yüzden de örgüt, bağımsız bir askeri aktör haline dönüştü. 2000 ve 2006 yılları, dondurulmuş bir çatışma dönemi olarak geçti. 2006’da Hizbullah’ın İsrail sınırındaki askerleri kaçırmasıyla, İsrail büyük çaplı bir savaş başlattı. (2006 Lübnan Savaşı) Bu savaş İsrail-Hizbullah dengesini ve Lübnan’daki sivillerin güvenliğini dramatik şekilde etkilemişti. 2006- 2020 yıllarında düşük yoğunluklu çatışmalar oldu.(sınırda küçük çaplı saldırılar, hava saldırıları, casusluk ve istihbarat operasyonları vb.) Bu dönemde Lübnan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık ile mücadele ediyordu ve Hizbullah’ın askeri kapasitesi hala önemli bir tehdit olarak görülüyordu. Bölgesel dinamikler ( Suriye iç savaşı, İran etkisi) bu çatışma ortamını dolaylı olarak etkilemişti. 2023’e gelindiğinde; Hamas’ın İsrail’e saldırısı sonrasında, Hizbullah da, kuzey sınırdan İsrail’e roket atmaya başlamıştı. Ve buna karşılık; İsrail, Lübnan’ın güneyine havadan ve sınırdan saldırılar düzenledi. Bu dönemde İsrail’in stratejisi; Hizbullah’ı zayıflatmak ve uzun vadeli güvenlik sağlama üzerinde yoğunlaşmıştı. 2025 itibariyle İsrail; stratejik yeniden yapılanma evresine girdi. Burada ateşkesi fırsat bilerek, Hizbullah’ın askeri kapasitesini azaltmayı ve lojistik hatlarını kesmeye odaklanmıştı. Kısaca; tarihsel olarak bu çatışma ortamı; sınır güvenliği, mezhepsel güç dengesi ve bölgesel güç hesapları ile şekillenmişti.

İsrail- Lübnan hattı ‘’sıcak çatışma’’ ile ‘’düşük yoğunluklu savaş’’ arasında gidip gelen bir bölgede yer alıyor. Ve oldukça kaotik ve öngörülemez bir şekilde devam ediyor. İşte bu; zaman zaman kaotik ve öngörülemez durumlarda, Uluslararası İlişkiler Teorileri bize bazı düzenler ve stratejiler sunar. Bu noktada yapısalcı realizm; mevcut düzenin temelini, devletlerin anarkoik uluslararası sistem içinde, hayatta kalma mücadelesi olarak görür. Yani; İsrail’in, Lübnan’a yönelik sürekli saldırıları; Neorealist bir mercekten bakıldığında, aslında hiç de şaşırtıcı değil, aksine beklenen bir sonuçtur. Doktrine göre; uluslararası sistem anarşiktir. Her devlet, başka bir otoritenin güvenliğini garanti edemeyeceği noktada, kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. İsrail’in, Lübnan’a yaptığı düzenli hava saldırıları, bu bağlamda önleyici güvenlik stratejisi olarak değerlendirilir. Hizbullah’ın yeniden silahlanması, İsrail için doğrudan varoluşsal bir tehdit olarak görülür. Dolayısıyla, saldırılar sadece misilleme amacı taşımaz. Bu tam olarak, sistematik bir güç dengesi arayışıdır. (tam ölçekli işgal yerine, rakibin askeri kapasitesini sınırlandırma ve caydırıcılık oluşturma) İsrail anarşik sistemde oluşan boşluğu, kendi lehine kullanmayı gayet iyi başarıyor. Peki Türkiye bu tabloda nerede konumlanmalıdır? İsrail-Lübnan gerilimi, bölgesel güvenliği, enerji hatlarını, ticaret yollarını ve sınır güvenliğini etkileyen karmaşık ve çok yönlü bir çatışma durumudur. Türkiye burada, coğrafi konumu ve bölgesel aktörlerle ilişkileri sayesinde bu çatışmanın doğrudan veya dolaylı etkilerini hem minimize edebilir hem de stratejik avantajlar elde edebilir. Tabi ki bu noktada; Türkiye’nin olası problemlerini, hamlelerini ve sonuçlarını jeopolitik ve enerji üzerinden analiz etmek, kritik öneme sahiptir. Çünkü; bu gerilimin etki alanı, bölgesel güvenlikten, enerji ve ticaret hatlarına kadar uzanır. İşin güvenlik kısmına baktığımızda; Lübnan’daki çatışmaların, Türkiye sınırlarına yansıma riski oldukça yüksektir. ( silah kaçakları, militan hareketleri ve mülteci akışı, komşu sınır bölgelerinde istikrarsızlık) Doğu Akdeniz ve Akdeniz limanlarında artan riskin yansıması, deniz ticaretine kadar uzanacaktır. Lübnan ve İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanan ticaret ve lojistik hatlarındaki belirsizliklerin oluşturacağı yeni sorunlar ise, küresel bir etkiye dönüşebilir. ( Hayfa Limanı (Port of Haifa) –Akdeniz-Avrupa rotası), (Beyrut limanı-Avrupa rotası). Çatışma sebebiyle; karayollarında da, belirsizlikler oluşacaktır. Mesela, Lübnan-Suriye sınırı arasındaki kara geçiş noktaları; kaçakçılık, ticari taşımacılık gibi lojistik bir trafiğe neden olur. Bu kara geçişleri ile mal veya lojistik, Suriye üzerinden Türkiye veya başka komşu ülkelere yönlendirilebilir. Dolayısıyla, mal veya lojistik Avrupa’ya daha karmaşık yollarla ulaşır. Şu bir gerçek ki, dünyanın herhangi bir bölgesinde, bir çatışma hali başladığında, (çatışmanın konumunun önemi olmaksızın) o çatışma bölgesinin hattını kullanan eski ticaret yolları, hızla işlevini yitirir ve yerlerini yeni güzergâhlara bırakır. Çünkü; bir toplumun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan kritik ürünler ve akışlar, her koşulda alternatif bir yol bularak hedef ülkelere ulaşmanın yeni bir şeklini yaratır. Bu noktada; limanlar, kara sınırları, uluslararası koridorlar ve boru hatları bu trafiğin yönünü değiştiren kritik araçlar olacaktır. Ve artık iç içe geçen yeni karmaşık rotalar oluşur. Karadan limana, limanlardan uluslararası koridorlara, oradan boru hatlarına… Böyle bir yapıda; her geçiş noktasının farklı aktörlerin kontrol mücadelesine sahne olması, ticaret yolları üzerinde adeta yeni bir çatışma alanı yaratacaktır. Yani; temelde, yerel ölçekte başlayan bir çatışma, parçalanarak çoğalmakta ve hızla çevre bölgelere yayılmaktadır. Bu kırılganlık hem komşu ülkeleri, hem de nihayetinde Avrupa’yı etkileyebilecek, geniş çaplı ekonomik ve siyasi krizlere dönüşme potansiyeli taşımakta, bölgesel istikrarsızlığı içinden çıkılması zor bir sarmala sürüklemektedir. Bu sarmalın, müdahale edilecek üç kritik eşiği vardır. Buralarda, doğru zamanda doğru müdahalenin gecikmesi halinde, artık bunun büyük bir savaşa doğru sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Birinci müdahale noktası; ticaret yollarının parçalandığı evredir. İkinci müdahale noktası; aktörlerin çoğaldığı evredir. Ve son müdahale noktası; çatışmanın artık başka sınırlara yayıldığı evredir. Örneğin, Suriye’de iç savaş başladığında; Halep, İdlib, Rakka gibi bölgeler, Türkiye- Ürdün-Irak ticaret yollarının kesişim noktalarıydı. Ve savaş derinleştikçe; bu yollar, IŞİD,PYD/YPG, rejim, muhalifler tarafından parça parça kontrol edilmeye başlandı. Her grup, geçiş noktalarından haraç, vergi, koridor ücreti almaya girişti. Bu durum; hem lojistik trafiği karmaşıklaştırdı, hem de çatışmayı ekonomik bir rekabet alanına dönüştürdü. Yani; Suriye’de başlayan kriz, Irak sınırını, Türkiye sınırını, Ürdün ticaretini etkiledi. Günün sonunda krizin etkisi, Avrupa’ya kadar ulaştı.(mülteci krizi) Suriye krizi, tarif ettiğim; bir noktadaki çatışmanın, lojistik hatlar üzerinden çoğalmasının, açık ve yaşanmış bir örneğidir. Benzer sarmal, Lübnan’da da yaşandı. Lübnan iç savaşında (1975-1990) aynı şekilde, liman ve geçiş noktaları parçalanmıştı. Savaş başladığında, Beyrut Limanı ve Lübnan –Suriye kara geçişleri farklı milis gruplara bölünmüştü. Temelde ticaret yolları üzerinde kontrol ve gelir mücadelesi, çatışmayı daha da büyüten faktörlerden biri olmuştu. Burada; çatışmanın hangi bölgede, sınırda, kıtada, çıktığı önemli olmaksızın süreç daima aynı çalışır. Mesela; Somali-Aden Körfezi Korsanlığı (2008-2012)- Somali’de devlet otoritesinin çökmesi sonrası; clan’lar, milis grupları ve korsan ağları limanlara ve kıyı şeridine hâkim oldular. Aden Körfezi, dünyanın en önemli enerji ve ticaret geçiş yolu olduğu için, bu parçalanmış yapı, küresel ticareti tehdit etmişti. Yerel başlayan bir çatışma, günün sonunda küresel bir deniz lojistiği krizine, sigorta maliyetlerinin artmasına ve 40’dan fazla ülkenin askeri donanma göndermesine, yol açmıştı. Oysa; müdahalenin 3 kritik evresinin bir aşamasında, müdahale olmuş olsaydı, durumlar buralara kadar gelmezdi. Peki, Türkiye, Lübnan- İsrail çatışmasının üç kritik eşiğinde ne yapmalıdır? Burada görüldüğü üzere; Lübnan-Suriye geçişleri, Doğu Akdeniz trafiği ve lojistik ağlarını kırılganlaşıyor. Birinci müdahale noktası burada, ticaret yollarının parçalandığı evredir. Bu aşama, çatışmanın henüz bölgeselleşmediği, fakat ticaret ve lojistik akışların baskı altında olduğu, kritik bir eşiktir. Türkiye için buradaki temel risk, Doğu Akdeniz ticareti, enerji akışı ve Türkiye-Suriye-Lübnan üçgenindeki, lojistik hareketliliğin kesintiye uğramasıdır. Burada alternatif koridorların devreye sokulması çok önemlidir. (Irak üzerinden Ovaköy-Fişhabur hattı, Mersin limanlarının kapasite artırımı, İskenderun-Mersin hattının bypass koridorları güçlendirilmesi) Doğu Akdeniz’de Türkiye merkezli ‘’Acil Lojistik Koridoru’’ modeli kurulmalıdır. Deniz güvenliği için devriyelerin artırılması ve hatta savaşın süresine göre NATO ile koordineli devriye seçeneği masaya konulabilmelidir. Türk Deniz Kuvvetleri Doğu Akdeniz’de ‘’kritik ticari hatları koruma’’ gerekçesi ile varlığını artırabilmelidir. Olası lojistik kırılganlığa karşı erken uyarı mekanizması kurulmalıdır. Mersin, İskenderun, Lazkiye hattındaki liman ve lojistik zincirinin, takibi için Ankara merkezli bir Doğu Akdeniz Lojistik Gözlem Merkezi kurulmalıdır. Yine, Enerji ve Transit riskini yönetmek çok önemlidir. TANAP, TürkAkım ve Akkuyu’nun güvenliği için, risk analizleri çok önemlidir. LNG tedariki için, alternatif ülkeler belirlenmelidir(Cezayir, Katar, Nijerya vb).

Eğer birinci müdahale evresi geçtiyse, ikinci evre olan aktörlerin çoğaldığı evrede; Türkiye ne yapmalı ona bakalım. Bu evre, Türkiye için güvenlik tehdidinin çok katmanlı hale gelmesi anlamına gelir. Burada sınır güvenliği kritiktir ve üç katmanlı modele geçilmelidir. (Sınırda insansız kule sistemleri, sınır ötesi istihbarat-gözetleme ağları, Kilis, Hatay, Gaziantep için özel güvenlik tampon bölgeleri.) İran, İsrail ve Körfez gibi her aktörle minimum çatışma, maksimum çıkar dengesi kurmak çok önemlidir. Olası sızmalara karşı, Suriye kuzey hattında nokta hedefli önleyici operasyon kapasitesi artırılmalıdır.
Ve artık müdahale noktası, üçüncü noktaya yani; çatışmanın başka sınırlara yayıldığı evreye geldiyse (Savaşın Suriye’ye, Ürdün’e, Doğu Akdeniz’e ve nihayet küresel enerji/ticaret ağlarına sıçrayabileceği aşama) Bu senaryoda artık çatışma bölgesel bir savaş niteliğine bürünür. Türkiye’nin bu aşamada izlemesi gereken politika, tamamen neorealist bir “güvenlik balonunu genişletme” mantığına dayanır. Sonuç olarak, Türkiye, sınır güvenliğinden enerji koridorlarına, ticaret yollarından diplomasiye kadar bütünleşik bir strateji izleyerek, krizleri sadece yönetmekle kalmayıp, bölgesel jeopolitiğin biçimlendiricisi olma potansiyelini de elinde tutuyor. Ancak; bu fırsat kaçırılırsa, sadece liderlik şansı yitirilmekle kalmayacak, bölgesel istikrarın kontrolü de, diğer aktörlerin eline geçecektir.
_____________________________________________________________________________________________________
Turkey's Geopolitical Positioning: Israel-Lebanon Tensions
On November 6, 2025, Israel resumed heavy airstrikes against Hezbollah in southern Lebanon. So, what is the root cause of the tension between Israel and Lebanon? Why does Israel strike Lebanon at regular intervals? When we examine the historical background of this process, the beginning of the tensions we are experiencing today with Lebanon dates back to the founding of Israel in 1948. The establishment of the State of Israel in 1948 created a major crisis in the Arab world. During this period, Lebanon accepted a large number of Palestinian refugees, significantly impacting the demographic structure in Lebanon. From this point on, southern Lebanon became a base for armed groups. This led to the first border tensions between Israel and Lebanon. At this stage, the conflict was between Palestinians and Israelis.
In the following years, a civil war broke out in Lebanon as a result of the escalation of accumulated political, social, and regional tensions. Lebanon was established with a "power-sharing" system among different sectarian groups under the 1973 Independence Pact. However, this system became increasingly fragile as the demographic structure deteriorated. The Maronite Christian-Muslim population imbalance privileged Christians within this system. Subsequently, with the influx of Palestinian refugees, state authority gradually weakened due to the changing demographics. By the mid-1970s, Lebanon had assumed the appearance of a series of mini-states within the state. The Palestine Liberation Organization (PLO) also established itself in Lebanon during this phase. It was precisely at this point that clashes began between the PLO and Christian militias. The first incident that ignited these clashes occurred on April 13, 1975, in Ayn al-Rummane. A Phalangist was killed in a vehicle attack outside the church where Phalangist (Maronite) militia leader Pierre Gemayel was located in Beirut's Christian neighborhood of Ayn al-Rummane. Following this incident, the Phalangists shortly thereafter ambushed a PLO bus passing through the region, killing 27 Palestinians. By the end of the day, these mutual attacks and the daily clashes had become uncontrollable. Militia groups had taken control of the streets, and Beirut was divided along Christian and Muslim lines. Over time, this conflict escalated into a multi-actor situation involving Maronite militias, Muslim militias, Druze militias, and Palestinian groups, and the situation had now spiraled into a civil war.

Seeing the Lebanese Civil War, which had begun in 1975, as an opportunity, Israel conducted a military operation in southern Lebanon under the name "Operation Litani" in 1978 to push the PLO away from the border. At this point, Israel launched a full-scale invasion in 1982 to completely clear out the PLO and influence Lebanon to its advantage. During this period, Israel's primary objective was direct security, and the internal turmoil in Lebanon greatly facilitated its military intervention. However; Israel's 1982 invasion led to the unification of Iranian-backed Shiite groups to form Hezbollah. Hezbollah launched a large-scale armed resistance against Israel (rocket attacks, guerrilla attacks, assassinations). In 2000, Israel was forced to withdraw, and Hezbollah maintained its military capacity along the border. During this period, the conflict evolved into an axis between Israel and Hezbollah. However, the Lebanese state could not directly acknowledge Hezbollah, and the organization became an independent military actor. The years 2000 and 2006 were marked by a period of frozen conflict. In 2006, when Hezbollah kidnapped soldiers at the Israeli border, Israel launched a full-scale war (the 2006 Lebanon War). This war dramatically affected the Israel-Hezbollah balance and the security of civilians in Lebanon. Low-intensity clashes occurred between 2006 and 2020 (small-scale attacks on the border, airstrikes, espionage and intelligence operations, etc.). During this period, Lebanon struggled with an economic crisis and political instability, and Hezbollah's military capacity was still considered a significant threat. Regional dynamics (the Syrian civil war, Iranian influence) indirectly influenced this conflict. By 2023, following Hamas's attack on Israel, Hezbollah began firing rockets at Israel from its northern border. In response, Israel launched air and border attacks on southern Lebanon. During this period, Israel's strategy focused on weakening Hezbollah and ensuring long-term security. By 2025, Israel entered a phase of strategic restructuring. Seizing the opportunity of the ceasefire, it focused on reducing Hezbollah's military capacity and cutting off its logistics lines. In short, this conflict environment was historically shaped by border security, the sectarian balance of power, and regional power calculations.
The Israel-Lebanon line lies in a region that oscillates between "hot conflict" and "low-intensity war." And it continues in a highly chaotic and unpredictable manner. This is the time. In chaotic and unpredictable situations, International Relations Theories offer us some order and strategies. In this regard, structural realism sees the basis of the current order as the struggle of states for survival within an anarchoic international system. In other words, Israel's constant attacks on Lebanon, viewed through a neo-realist lens, are not surprising at all, but rather an expected outcome. According to the doctrine, the international system is anarchic. Every state must ensure its own security to the point where no other authority can guarantee it. Israel's regular air strikes on Lebanon are considered a preventative security strategy in this context. Hezbollah's rearmament is seen as a direct existential threat to Israel. Therefore, the attacks are not merely retaliatory. They are precisely a systematic pursuit of a balance of power (limiting the opponent's military capacity and establishing deterrence, rather than a full-scale invasion). Israel is quite successful in exploiting the gap created in the anarchic system to its advantage.

So, where should Turkey position itself in this context? The Israel-Lebanon tension is a complex and multifaceted conflict affecting regional security, energy lines, trade routes, and border security. Turkey, thanks to its geographical location and its relationships with regional actors, can both minimize the direct and indirect impacts of this conflict and gain strategic advantages. Of course, analyzing Turkey's potential problems, moves, and consequences through geopolitics and energy is critical at this juncture. This is because the impact of this tension extends from regional security to energy and trade lines. From the security perspective, the risk of the conflict in Lebanon spilling over into Turkey's borders is quite high. (Weapons smuggling, militant movements and refugee flows, instability in neighboring border regions.) The increasing risk in the Eastern Mediterranean and Mediterranean ports will also extend to maritime trade. New challenges arising from uncertainties in trade and logistics routes extending from Lebanon and Israel to Europe could have a global impact. (Port of Haifa – Mediterranean-Europe route), (Port of Beirut – Europe route). The conflict will also create uncertainties in land routes. For example, land crossings between the Lebanon-Syria border facilitate logistical traffic such as smuggling and commercial transportation. Through these land crossings, goods or logistics can be routed through Syria to Turkey or other neighboring countries. Consequently, goods or logistics reach Europe via more complex routes. It is a fact that when a conflict breaks out in any region of the world (regardless of the location of the conflict), old trade routes using the line of that conflict zone quickly lose their functionality and give way to new routes. This is because critical products and flows necessary for the survival of a society always find alternative routes, creating a new way to reach their target countries. At this point, ports, land borders, international corridors, and pipelines will become critical tools in changing the direction of this traffic. And now, new, complex, intertwined routes are emerging: from land to port, from ports to international corridors, and from there to pipelines… In such a structure, the fact that each crossing point plays host to a struggle for control between different actors will virtually create a new area of conflict on trade routes. In other words: Essentially, a conflict that starts locally fragments, proliferates and rapidly spreads to surrounding regions. This fragility has the potential to turn into large-scale economic and political crises that could affect both neighboring countries and eventually Europe, dragging regional instability into a spiral that is difficult to escape. This spiral has three critical thresholds to be intervened. If the right intervention is delayed at the right time, it will inevitably drag towards a major war. The first intervention point is the phase when trade routes are fragmented. The second intervention point is the phase when the actors multiply. And the final intervention point is the phase when the conflict spreads to other borders. For example, when the civil war started in Syria, regions such as Aleppo, Idlib and Raqqa were the intersection points of Turkey-Jordan-Iraq trade routes. And as the war deepened, these routes started to be controlled piece by piece by ISIS, PYD/YPG, the regime and the opposition. Each group tried to collect tribute, taxes and corridor fees from the crossing points. This situation; It both complicated logistics and transformed the conflict into an area of economic competition. In other words, the crisis that began in Syria affected the Iraqi border, the Turkish border, and trade with Jordan. Ultimately, the impact of the crisis reached Europe (the refugee crisis). The Syrian crisis is a clear and lived example of the conflict I described, which escalates through logistics. A similar spiral occurred in Lebanon. The Lebanese civil war Similarly, during the 1975-1990 war, ports and crossing points were fragmented. When the war began, the Port of Beirut and the Lebanon-Syria land crossings were divided among different militia groups. The struggle for control and revenue over trade routes was one of the factors that exacerbated the conflict. Here, regardless of the region, border, or continent where the conflict broke out, the process always remains the same. For example, the Somali-Gulf of Aden Piracy (2008-2012)—After the collapse of state authority in Somalia, clans, militia groups, and pirate networks dominated the ports and coastline. Because the Gulf of Aden is the world's most important energy and trade transit route, this fragmented structure threatened global trade. A conflict that began locally ultimately led to a global maritime logistics crisis, rising insurance costs, and the deployment of military fleets by more than 40 countries. However, if intervention had occurred at any of the three critical stages of the intervention, the situation would not have escalated to this point. So, what should Turkey do at three critical junctures in the Lebanon-Israel conflict? As seen here, Lebanon-Syria crossings, Eastern Mediterranean traffic, and logistics networks are becoming increasingly vulnerable. The first point of intervention is the phase where trade routes are fragmented. This is a critical threshold where the conflict has not yet become regionalized, but trade and logistics flows are under pressure. The main risk for Turkey here is the disruption of Eastern Mediterranean trade, energy flows, and logistics mobility within the Turkey-Syria-Lebanon triangle. Activating alternative corridors is crucial. (The Ovaköy-Fişhabur route via Iraq, increasing the capacity of Mersin ports, and strengthening the bypass corridors of the İskenderun-Mersin route.) A Turkey-centered "Emergency Logistics Corridor" model should be established in the Eastern Mediterranean. Increased patrols for maritime security, and even the option of coordinated patrols with NATO, depending on the duration of the war, should be considered. The Turkish Naval Forces should increase their presence in the Eastern Mediterranean to "protect critical trade routes." An early warning mechanism should be established to address potential logistical vulnerabilities. An Eastern Mediterranean Logistics Observation Center based in Ankara should be established to monitor the port and logistics chain along the Mersin-Iskenderun-Latakia line. Furthermore, managing energy and transit risks is crucial. Risk analyses are crucial for the security of TANAP, TurkStream, and Akkuyu. Alternative countries for LNG supply should be identified (Algeria, Qatar, Nigeria, etc.).
If the first intervention phase has passed, let's consider what Turkey should do in the second phase, where the number of actors increases. This phase means a multilayered security threat for Turkey. Border security is critical here, and a three-layered model should be adopted. (Unmanned tower systems at the border, cross-border intelligence and surveillance networks, special security buffer zones for Kilis, Hatay, and Gaziantep.) It is crucial to minimize conflict and maximize the balance of interests with all actors, such as Iran, Israel, and the Gulf. To protect against potential infiltrations, the capacity for targeted preventive operations along the northern Syrian border should be increased.
And now, the intervention point is the third point: If the conflict reaches a stage where it spreads to other borders (a stage where the war could spread to Syria, Jordan, the Eastern Mediterranean, and ultimately global energy/trade networks), the conflict now assumes the character of a regional war. The policy Turkey should pursue at this stage is based entirely on a neo-realist logic of "expanding the security bubble." Consequently, by pursuing an integrated strategy from border security to energy corridors, from trade routes to diplomacy, Turkey not only manages crises but also holds the potential to shape regional geopolitics. However, if this opportunity is missed, not only will the opportunity for leadership be lost, but control of regional stability will also fall into the hands of other actors.
