Devletin İdeal Üretme Krizi

Devletin İdeal Üretme Krizi
31-12-2025

Anlam Boşluğu, Manipülasyon ve Radikalleşme

 

Ortadoğu’daki radikal dini akımların, manipüle edilmiş kitlelerin ve süreklilik arz eden ekonomik çöküşlerin açıklanmasında sıkça yapılan temel hata, sorunun bireysel düzleme indirgenmesidir. Kültür, bilinç, ahlak ya da toplumsal geri kalmışlık gibi açıklamalar, analitik olarak yetersiz olduğu kadar politik olarak da işlevsizdir; zira bu tür yaklaşımlar devleti, gücü ve siyasal sorumluluğu tartışma alanının dışına iter. Oysa olaya Neorealist yönden baktığımızda; radikalleşme denilen olgu, bireysel bir sapma ya da ideolojik aşırılık değil; oluşan bir güç ve egemenlik boşluğunun rasyonel bir sonucudur.

Bu bağlamda mesele, toplumun niteliğinden ziyade devletin kapasitesiyle ilgilidir. Uluslararası sistemin anarşik olduğu varsayımı Neorealizmin temel argümanıdır. Ancak buradaki anarşi sadece devletlerarası düzlemle sınırlı değildir. Devlet, iç politikada egemenliğini zayıflattığında ya da geri çektiğinde benzer bir anarşik yapı ülke içine de sızar. Bu noktada neorealist mantık açık ve nettir: Güç boşluğu varsa, bu boşluk mutlaka yeni bir aktör tarafından doldurulur. Radikal dini örgütler, bu bağlamda irrasyonel ya da patolojik yapılar değil; devletin geri çekildiği alanlarda ortaya çıkan alternatif otorite girişimleridir. Burada radikalleşmeyi anlam krizi ya da kimlik bunalımı üzerinden açıklamak, sorunu psikolojik ve kültürel bir zemine hapsetmek olur. Oysa söz konusu olan, esasen egemenliğin geri çekilmesidir. Modern devlet; adaleti tekelleştirmeyi, meşru şiddet kullanımını kontrol etmeyi ve geleceği öngörülebilir kılmayı bıraktığında, radikalleşme için elverişli bir zemin oluşur. Devlet vatandaşına fiilen ‘’yaşamak senin sorumluluğun, düzen ise benim’’ mesajı verdiğinde bu noktada egemenlik parçalanır. Bu parçalanma sadece yönetimsel değil aynı zamanda meşruiyet temelli bir çözülmedir. DEAŞ ve IŞİD benzeri yapılar bu evrede ortaya çıkar. Bu örgütler öncelikle bir inanç sistemi değil, bir düzen vaadi sunarlar. Kurdukları yapıların niteliği bunu açıkça göstermektedir. Görüldüğü üzere; mahkemeler tesis ederler, vergi toplarlar, ceza uygularlar ve coğrafi sınırlar çizerler. Bu nedenle bu söz konusu yapılar, sadece terör örgütü olarak değil; bilakis mikro- devlet girişimleri olarak değerlendirilmelidir. Adaletin tesisi bu evrede elbette önemlidir fakat adalet sadece ahlaki bir ideal değildir bilakis siyasal istikrarın da teminatıdır. Bir toplumda yaygın kanaat şu noktaya ulaştığında devlet meşruiyetini kaybetmeye başlar: ‘’ Kanunlar güçlüyü koruyor.’’  Bu algının yerleşmesiyle birlikte iki paralel süreç işler. Devletin hukuku zayıflar. Gayri-meşru aktörlerin normları güçlenir. Bu evrede ise; radikal gruplar adil oldukları için değil, devletin artık adil olmadığı algısı derinleştiği için kabul görür. Bu durum toplumsal erdemden ziyade artık devletin caydırıcılık ve düzen kurma kapasitesiyle ilgilidir. Ve günün sonunda ekonomi de bundan nasibini alır. Bu evrede ekonomik çöküşün en yıkıcı sonucu açlık ya da gelir kaybı değildir. Asıl yıkıcı etki, geleceğin artık hesaplanamaz oluşudur. Gelecek öngörülemez olduğunda; uzun vadeli sadakat zayıflar, hukuka bağlılık azalır, devlete yatırım rasyonel olmaktan çıkar. Böyle bir atmosferde ise bireyler daima rasyonel davranır. Yani kısa vadeli kazanca yönelmeye başlarlar, gücü elinde tutan aktör kimse ona yönelirler ve bugünü kurtarmayı önceleyen davranışlar sergilerler. İşte radikal örgütlerin sunduğu o kutsal gelecek anlatısı da, tam olarak bu rasyonel boşluğa oturmaktadır. Burada sorulacak en kritik soru şudur: Devlet neden şiddet tekelini fiilen kaybetti? Bu sorunun cevabı netleşmeden artırılan güvenlik önlemleri devletin meşruiyet krizini daha da derinleştirmekten başka bir sonuç üretmez. Bu noktada devletin temel görevi toplumu ikna etmek değil, egemenliğini yeniden tesis etmektir. Bu çerçevede devletin egemenliğini koruyabilmesi ve toplumda istikrarı sağlayabilmesi için egemenliği yeniden merkezileştirmesi, adalet mekanizmasını tek elde toplaması ve geleceği öngörülebilir hale sokması gerekir. Tüm bu koşullar oluştuğu anda da devletin ortak bir ideal üretmesi kritiktir.

 Kısaca; radikalleşen gruplar, manipüle edilen kitleler veya çöken ekonomiler toplumsal bir sorun değildir bilakis bu devletin kapasite eksikliğinin bir sonucudur.

 

İnsanlar zor veya kapalı yollardan gitmeye çalışmazlar; aksine, hangi yol açık ve erişilebilir ise onu tercih ederler. Eğer bugün o yollardan kimlerin nasıl geçtiğini tartışıyorsak, asıl sorulması gereken soru şudur: Devlet, neden o yolları kapatma gücünü kaybetti?

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?