
Yaşlanmak, sadece yılların geçmesi değildir aynı zamanda her geçen yılın insanda bıraktığı izleri taşımayı bilmektir... Bu bir zanaattir, hem de büyük ustalık isteyen bir zanaat. Çünkü yaş almak, bedenin ağırlaştığı, gözlerin buğulandığı, kalbin eskiye yönelik daha çok çarptığı bir süreçtir. İnsan, yıllar ilerledikçe yalnızca bedeninde değil, ruhunun derinliklerinde de farklılıklar yaşamaya başlar. İşte bu farklılıkları kabullenmek, onlarla barış içinde yaşamayı öğrenmek, gerçek ustalığın ölçüsüdür.
Gençlik çoğu zaman fark edilmeden akıp gider... Koşuşturma, hayallerin peşinde sürükleniş, hızlı tüketilen günler derken insan gençliğin değerini çoğu zaman fark edemez... Ancak yaşlılık, insana her anı fark ettirir. Bir bardak çayın buğusu, bir fincan kahvedeki muhabbet, eski bir şarkının melodisi, esintinin ferahlığı, toprağın kokusu, insandaki tebessüm ya da gözdeki samimiyet… Bunların her biri geçmişten bir parça getirir bugüne. Yaş ilerledikçe en küçük ayrıntılar bile insana kıymetli görünür. Çünkü yaşlılık, insana hayatın aslında küçük mutluluklardan ibaret olduğunu hatırlatır ve öğretir.
İnsan yaşlandıkça susmayı da öğrenir. Konuşmaktan çok dinlemenin kıymetini anlar. Gençken sözler hızlı çıkar ağızdan sabırsızlıkla, kendini ispatlama isteğiyle, hatta çoğu zaman düşünmeden. Fakat yaş ilerledikçe insan bilir ki her söz bir yük, her susuş ise bilgeliktir. Dinlemek, yalnızca başkasına saygı göstermek değil, aynı zamanda hayatın gizli seslerine de kulak verebilmektir... İnsan yaş almışlıkla bu seslere kulak verebilme olgunluğunun lezzetine varmaktadır.
Yaşlanmak, aynı hatayı iki kere yapmamayı öğrenmektir. Sabretmeyi, affetmeyi, bazen de geride durmayı bilmektir. İnsan gençken öne atılmak, önde olmak ister, yaş almayla ise geride durmanın, başkasına alan açmanın da bir erdem olduğunu kavramaktadır. Yüzdeki her iz bir tecrübedir, ellerdeki her çizgi yaşanmışlıkların ispatıdır, ağaran her saç, bir dersin hatırasıdır. İnsan böylece kendi aynasına baktığında sadece geçen yılları değil, biriktirdiği hikayelerini görür.
Yaşlanmak, hem kendine hem başkalarına karşı daha merhametli olmaktır. Gençken insan çoğu kez katıdır hayata, insanlara, ve kendisine karşı da daha serttir. Yaş aldıkça ise kalp yumuşar. Özellikle insan, kendisine karşı gecikmiş merhameti öğrenir. Yıllarca ihmal ettiği, ertelediği, görmezden geldiği yanlarını fark eder. “Keşke”lerle dolu anların arasında, kendiyle barışmayı öğrenir. İşte bu, yaşlanmanın insana sunduğu en değerli armağanlardan biridir.
Yaşlanmak zor zanaattir, çünkü beden çökerken ruhu ayakta tutmak gerekir. İnsan yaşlandıkça yavaşladığını hisseder. Eskiden kolayca yapılan işler yorucu hale gelir, bedenin sınırları daha fazla hissedilir. Fakat asıl mesele, ruhu diri tutabilmektir. Zira asıl güç, yorgun düşen bedene rağmen hayata umutla bakabilmektir. İnsan geçmişin hüznüyle, bugünün gerçekliğiyle ve yarının bilinmezliğiyle barış içinde yaşamayı öğrenirse işte o zaman yaşlılık, bilgelik makamına dönüşür.
Yaşlanmanın bir başka yönü de insanın geçmişe daha çok dönmesidir. Eski fotoğraflar, çocukluk anıları, gençlikteki heyecanlar sık sık hatırlanır. Bu hatırlayış, yalnızca nostalji değildir. Aynı zamanda hayatın bütünlüğünü kavrama çabasıdır. Bu şekilde insan geriye baktığında kendi yolculuğunun anlamını daha derinden hisseder. Bir çocuğun ilk adımlarını gördüğünde kendi çocukluğunu, bir gençle sohbet ettiğinde kendi gençliğinin heyecanlarını hatırlar. Yaşlılık böylece kuşaklar arasında bir köprüye dönüşür.
Öte yandan ise yaşlılık, yalnızca bireysel bir süreç değil, toplumsal bir değerdir. Çünkü yaşlı insanlar, bir toplumun hafızasıdır. Onların anlattıkları hikayeler, aktardıkları tecrübeler, gençlere yön gösterir. Bugün teknolojinin hızında kaybolan birçok genç, bir yaşlının sakin sesinde hayatın özünü bulabilir. Yaşlılık, toplumun köklerini canlı tutar. Bir ağacın gövdesi yaşlandıkça nasıl ki daha sağlam olur, toplum da yaşlılarının bilgeliğiyle daha güçlü olur.
Elbette yaşlanmak her zaman kolay değildir. Bedenin zayıflaması, yalnızlık hissi, sevdiklerinin eksilmesi insanı zorlayabilir. Ancak yaşlılığı bir çöküş değil, bir olgunlaşma süreci olarak görmek gerekir. Hayata şükürle bakmak, her yeni günü bir hediye gibi karşılamak bu süreci anlamlı kılar. İnsan, yaşlandıkça hayatın geçici olduğunu daha derinden idrak eder. Bu idrak, hem insanı hüzünlendirir hem de ona büyük bir dinginlik kazandırır.
Sonuç olarak yaşlanmak, gerçekten zor bir zanaattir. Çünkü ustalık, sadece yılları biriktirmekte değil, bu yılları anlamlı kılabilmektedir. İnsan, geçmişin pişmanlıklarını, bugünün küçük mutluluklarını ve yarının bilinmezliğini aynı kalpte taşıyabilirse işte o zaman yaşlılık, bir yük değil bir armağan olur. Yaşlanmak, insanın hayata karşı olgunlaşması, kendisiyle barışması ve hayata daha derin bir anlam yüklemesidir.
Yaşlılarımızı ihmal etmemek ve onların gönüllerini hoşnut tutmak ümidiyle...