?>

Mayın Tarlasında

Hümeyra Yıldırım YALÇIN

4 saat önce

Son yıllarda film izlemekten haz etmez olduğum için pandemiden bu yana izlediğim filmleri saysam onu bulmaz. Bunda kitaplara çok bağlanmanın etkisi büyük. Filmler en az bir buçuk iki saat insanı ekran başına kilitliyor. O kadar süreyi oraya harcamayı lüzumsuz buluyorum. Filmlerde ses ve görüntü çok hızlı akıp keskin duygular hissettiriyor insana. Ali Baba ve Kırk haramiler filmini hatırlayın. Kasım’ın haramiler tarafından yakalanışı ve başının kesilmesi… O çocuk ruhumla; neden bir çuval almak yerine on çuval altın doldurdun be adam diye sormam… Kesilen kafasının dikilmesi… Bakın film bitmiş ama benim içimde yıllardır devam eden bir gerilim var. Şimdi bu yaşta başka filmlerin bahçesinde dolanarak bu sıkıntıya tekrar katlanmak istemiyorum. Zamanında izlediklerim, yetsin artık diye düşünüyorum. Yine de tek bir film izleme payı bırakırsam kendime. O pay da Truman Show'a ait olur.  Benim yaşımdakiler yani Y kuşağı o filmi iyi bilir. Tasarlanmış bir dünyaya doğan Truman’ın sevdiği, tercih ettiği, seçtiği şeylerin hepsi bir yönetmen tarafından önceden ayarlanmış durumdadır. Truman’ın herkes gibi zannettiği hayatı tamamen kurgudur ve başkaları tarafından 24 saat canlı olarak izlenmektedir. Arkadaşları ya da eşi normal bir sohbetin içindeyken bir anda marka ismi söyleyerek reklama girme peşindedir. Hayatın akışını reklamlarla kesmektedir oyuncular sırıtarak. Zamanla tuhaflığın farkına varan Truman’ın bundan kurtulma mücadelesini izliyoruz filmde. 1998 yapımı film internetin tam olarak yayılmadığı, sosyal medyanın bile olmadığı bir yıldan 20 - 25 yıl sonrasını yani günümüzü tarif etmesi dolayısıyla beni oldukça etkilemiştir. Sosyal medyada her anınızı paylaşmak beni izleyin demenin günümüz Türkçesindeki karşılığıdır. Filmde habersizce izlenilen Truman’ın yerini; bana bakın, beni görün, beni duyun diyen insan avcısı, para avcısı, zaman avcısı fenomenler almış durumda. Youtuberların dikkatimizi vermiş bir şekilde video izlerken birden reklama dalmasına Truman gibi şaşırmaktayım hâlâ. Ben yönlendirilen, gündemi belirlenen değil; kendi gündemi olan biri olmaktan yanayım. Kitaplar bunun için en iyi yer, sığınak, liman, yol ve yöntemdir.  Okudukça şöyle olur, böyle olur güzellemesi yapılmaz yetişkinlere. Okumanın çocuklar hariç hayal gücünü geliştirmek gibi sığ bir görevi de yoktur esasen. Çünkü okumak sadece harfleri birleştirip onlara anlam yüklemek ve o anlamın sırtında 80 günde devri âlem yapmak değildir. Bildiğim üç tür okumak var. Kitabı, kainatı ve kendini okumak. Bunlardan bahsedeyim. İlkinde harflere, kelimelere, sayfalara ihtiyaç vardır. Okumanın temeli, ilk adımı budur. Başta Kuranı Kerim olmak üzere yazılan diğer kitaplar bu gruptadır. Tek oku da ne okursan oku denilemez. Burada bir sıratı müstakim tutturmak gerekir okunanlar açısından. Tüm kitaplar sadece bir Kitab’ı anlamak için vardır dersem mesela anlaşılacaktır. İkinci okumak; güneşe, yıldızlara, aya dağa, taşa, suya, karıncaya, kelebeğe bakıp alışkanlık denen perdeyi şöyle bir aralayıp hikmeti aramaktır. O zaman Yunus gibi dağlar ile taşlar ile seherdeki kuşlar ile Mevlayı arayabiliriz. Tabiat bize aslını okumayı öğretir. Hepsi hal diliyle Mevlayı gösterir.  Tüm bunlardan sonra öze dönerse insan, içinde kımıldayan şeylere bir isim verebilir. Kalu Bela’da duyduğu sesi, gördüğü güzelliği, kurduğu bağlantıyı tekrar yaşamak ve hissetmek için çaba içine girecektir. Buna sevgi der, aşk der, muhabbet der hissettikçe… Adını koydukça, indikçe derinlere o sonsuz güzelliğe adım adım yaklaştıkça bir anlamı olacaktır okumanın.  İnsan büyük kâinat,  kâinat da küçük insandır sözüne yaklaşmanın adıdır okumak. Sanıyorum ki okumanın hayrını dünyadan ziyade ahrette göreceğiz. Kurduğumuz hayallere, oluşturduğumuz dünyalara ait resimleri, renkleri barındıran filmi ahrette seyredeceğiz. Yani kendi filmimizi yaşayacağız orada. Sevgi dediğimiz şey yeşil ipekten bir elbise giyip salınarak gelecek yanımıza. Merhamet bir kucak çiçek koyacak avucumuza. Sabır beyaz bir atlas gibi serilecek çayırlara. Şükür saracak her yanımızı sümbülden gülden kokularla. Şu fragmanını izleyip durduğumuz hayat, yaşamaya dönüşecek. Kuş tüyü bir rahatlık getirecek kuşlar gagalarıyla. Tüm bunlar gerçekleşecek “İkra” denen sesi duyarsak. O sesi duyanların dünyaya sığamayışlarını anlarsak… Şöyle yani; Mayın tarlasına düşmüş bir deliyim, hudutta; Gözüm, sekizinci renk ve dördüncü boyutta... 
YAZARIN DİĞER YAZILARI