Türkiye, Asya ile Avrupa arasındaki stratejik konumu sebebiyle hem enerji hem de ticaret yollarının tam kalbinde yer alıyor. Ancak bulunduğu bu özel konum beraberinde yalnızca fırsatları değil, terör, sınır krizleri, büyük göç dalgaları ve bölgesel savaşları da getiriyor.
Yine de yüksek inovasyon gücüne sahip genç ve dinamik nüfusu Türkiye’nin elindeki en büyük koz olarak öne çıkıyor. İşte bu nitelikli nüfus Türkiye’yi bölgesinde hızla yükselen bir pazar (güç) haline getiriyor. Ama ne var ki, yükselen pazar olmak aynı zamanda yeni bir rekabetin de kapısını aralıyor. Türkiye’nin bölgesel güç olma vizyonu; İran’dan Suudi Arabistan’a, benzer iddiaları olan aktörlerle kaçınılmaz bir yarış politik gerginlik ve çatışma ortamı oluşturuyor. Tam da bu noktada Türkiye bir yandan bölgesel rakiplerle mücadele ederken, bir yandan da stratejik hesapların tam ortasında enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın yükünü taşıyor. Üstüne bir de henüz gerçekleşmemiş ‘’Bölgesel Güç’’ olma vizyonunun Baskısı eklenince, Ankara her cephede aynı anda direnmek zorunda kalıyor. Sonuç ne mi? Türkiye; ‘’ABD-Rusya-Çin’’ üçgeninde küresel güçlerin rekabeti arasında sıkışmış bir pozisyona çekiliyor.
Bu tabloda Türkiye uzun zamandır hem bölgesel hem küresel anlamda artık gelenekselleşmiş bir dış politika uyguluyor. Denge politikası… Fakat bu bağlamda uzun süredir uygulanan denge politikası artık sürdürülebilir görünmüyor. Türk dış politikasında uzun yıllardır uygulanan denge politikası aslında ‘’Yönetilebilir Çatışma Modelidir.’’ Bu model, anlaşmazlık ve düşmanlığı sürdürülebilir seviyede tutarak, stratejik çıkarların çakışmasını yöneten bir denge oyunudur. Yönetilebilir çatışma hali bir barış hali değildir elbette ki savaş hali de değildir ama savaşa dönüşme potansiyeli yüksek olan bir haldir. ‘’Yönetilebilir Çatışma Modeli ‘’ (Manageable Conflict Model) Uluslararası İlişkilerde, tam bir uzlaşma olmasa da ilişkilerin tamamen kopmasını engelleyen stratejik bir dengeyi ifade eder. ABD
Türkiye ilişkilerine bakıldığında durum tam da böyledir.
Örneğin; Suriye/ YPG çatışma alanında, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonuna, ABD sınırlı tepki verip çatışmaya girmiyor. S-400 / F-35 çatışma alanında yaptırımlar uygulanıyor ama NATO içi koordinasyon devam ediyor. Türkiye’nin deniz sınırı anlaşmazlıkları, doğalgaz arama faaliyetleri, EastMed hattı gibi projeleri ABD ve diğer NATO üyesi ülkelerle diplomatik sürtüşmeler yaratıyor ama asla kronik bir krize dönüşmüyor ve diplomatik
Sürtüşmeler içinde yumuşatılıyor. Filistin/ İsrail çatışma alanında retorik çatışma var ama ekonomik ve askeri iş birliği korunuyor. Savunma ve ticaret çatışma alanında 20+ milyar $ ticaret ve savunma ihracatı dosyaları hala açık… Kısacası, liderler kamuoyuna sert açıklamalar yaparken diplomatik kanallar hiçbir zaman kapanmıyor. Ülkeler arasındaki diplomatik ilişki modelinin tespiti ve reel durum analizi gelecek tayini bakımından oldukça önemlidir. Burada Türkiye’nin kullandığı model elbette ki ülkenin imkanları ve mkansızlıkları doğrultusunda mecburi olarak seçilmiştir.
Bu bağlamda reel durum tespiti analizi yapacak olursak: ABD Türkiye ilişkisine baktığımızda, bu ilişki hem dost (müttefik, NATO) hem rakip (düşman) pozisyonudur. Şimdi aynı anda hem müttefiklik durumunun hem de rakip durumunun uzun vadede zayıf olan tarafın kaybı ile sonuçlanacağı zaten ortadadır. Bu sebeple Türkiye artık denge kurmak değil, yön tayin etmek zorundadır. Fakat denge modelinden asla vazgeçilmemesi yönünde de fikirler vardır. Denge modelinin analizini yaptığımızda, denge modeli; çatışmaların sıcak savaşa dönüşmeden atlatılmasında, krizlerin yönetilebilir stratejik olarak öngörülebilir olmasında, diplomatik yeniden planlama ve diplomatik manevra alanı oluşturmasında elbette ki, oldukça kullanışlı ve avantajlı görünmektedir. Fakat bu modelde, yapısal sorunlar temelde çözüme kavuşturulmadan birikiyor, her kriz de potansiyel bir kopuş tehlikesi yaşanıyor, var olan
Güvensizlik kronikleşen bir hal alıyor. Bu kalıcı güvensizlik durumu, savunma, saldırı veya diplomasi alanında yanlış hesaplamalara, iletişim hatalarına, tehlikeli ittifaklara ve beraberinde büyük krizlere dönüşüyor. Burada bu krizlerden sadece bir tanesi bile artık durumu geri döndürülemez bir hale sokabilir.
Tüm bu sebeplerden ötürü Türkiye’nin artık bölgesel güç olma vizyonunu aşıp, küresel bir oyuncu haline gelebilmesi için yönetilebilir çatışma modelinden (denge) ‘’Yapılandırılmış Stratejik İş Birliği modeline geçmesi gerekir. Bu model ortak çıkar inşası, karşılıklı yeniden bağımlılık alanlarının arttırılması, karar alma mekanizmalarına etki ve ortak tehdit algısının revize edilmesi gibi stratejik adımları kapsar.
