İz Bırakanlar (1)

İz Bırakanlar (1)
27-05-2025

Türk-İslam medeniyeti, asırlara yayılan birikimiyle sadece kendi toplumuna değil, insanlığa yön veren birçok büyük şahsiyeti yetiştirmiştir. Bu abide şahsiyetler; ilim, irfan, hikmet ve ahlak alanlarında bıraktıkları derin izlerle kültürümüzün temel taşlarını oluşturmuşlardır. Onların hayatı, fikirleri ve eserleri hakkında bugüne dek pek çok kitap yazılmış, makaleler kaleme alınmış olsa da, zamanla bazıları hak ettikleri ilgiden uzak kalmış, unutulmaya yüz tutmuştur.

İşte bu köşede, medeniyetimizin oluşumuna katkı sunan ve insanlık için değerli izler bırakan bu kıymetli şahsiyetleri yeniden hatırlatmayı, kısa ve öz bilgilerle okuyucularımıza tanıtmayı amaçlıyoruz.

Bu kapsamda, ilk yazımıza Türk kültürünün kadim hafızasında derin izler bırakan bilge bir figürle, Dede Korkut Ata ile başlamak istedik. Onun yüzyıllar öncesinden gelen hikmet dolu sözleri ve anlattığı destansı hikâyeler, bugün hâlâ bizlere yol gösterecek niteliktedir.

Dede Korkut: Türk’ün Kadim Bilgesi

Türk kültür tarihinde iz bırakan nice isim vardır; ancak bazıları vardır ki, hem sözüyle hem özüyle çağları aşar. İşte Dede Korkut, böyle bir bilgedir. O, yalnızca bir hikâye anlatıcısı değil; aynı zamanda Türk milletinin hafızasında yüzyıllar boyunca yer etmiş bir akıl, bir ahlâk ve irfan timsalidir.

Dede Korkut Kimdir?

Dede Korkut, Oğuz Türklerinin ortak hafızasında yer alan efsanevi bir bilge ve ozandır. Kimi kaynaklarda Korkut Ata olarak da anılır. Hakkında kesin tarihî bilgiler az olmakla birlikte, 9. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Oğuz boylarının hem sözcüsü hem de yol göstericisi olan bu ulu kişi, hikâyeleriyle nesilden nesile aktarılan bir kültür mirasının taşıyıcısıdır.

Eseri: Dede Korkut Kitabı

Dede Korkut’un adıyla anılan en önemli eser, **“Kitab-ı Dede Korkut”**tur. Bu kitap, 12 hikâyeden oluşur ve kahramanlık, yiğitlik, aile bağları, dostluk, inanç ve ahlâk gibi temel temaları işler. Dede Korkut hikâyeleri, sözlü edebiyat geleneğinin yazıya aktarılmış nadide örneklerindendir. Dresden ve Vatikan nüshalarıyla günümüze ulaşmıştır.

Yaşadığı Dönemin İzleri

Dede Korkut hikâyeleri, Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan göç yollarında şekillenen bir dönemin izlerini taşır. Bu dönemde Oğuz boyları İslamiyet’i yeni yeni kabul etmeye başlamış, eski Türk töresi ile İslam ahlâkı iç içe geçmiştir. Hikâyelerde bu geçiş süreci açıkça görülür: hem eski Türk inançları hem de İslami motifler bir aradadır.

 

 

Öğütleri ve Anlamı

Dede Korkut’un sözleri, sadece kahramanlara değil, her çağın insanına hitap eder:

  • “Oğul, ata baş eğmese başı kesilir.”
  • “Yiğit olan döğüşte belli olur.”
  • “Eren kişi erin işini görür.”

Bu veciz ifadeler, hem bireysel sorumluluk bilincini hem de toplumsal dayanışmayı öğütler. Onun sözlerinde doğruluk, mertlik, büyüğe saygı, küçüğe merhamet gibi değerler yer alır.

Dede Korkut’un Günümüze Bıraktığı Miras

Dede Korkut, yalnızca bir halk ozanı değil; aynı zamanda bir değerler sisteminin temsilcisidir. Bugün toplumsal yozlaşmanın tartışıldığı her yerde, onun sözleri birer pusula olabilir. Modern çağın bireyselliği içinde kaybolan insanlara, aidiyet ve anlam duygusu sunar. Ayrıca, Türk dünyasını birleştiren ortak bir edebî ve kültürel miras olarak UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras olarak tescillenmiştir.

Nasıl Anlamalıyız?

Dede Korkut’u anlamak, yalnızca metinleri okumakla olmaz; onun özünü kavramak gerekir. Bu da bizi kendi kültürümüzü, töremizi, aile yapımızı ve değer yargılarımızı yeniden gözden geçirmeye davet eder. Dede Korkut’u anlamak, geçmişi bugüne taşımak, bugünü ise geleceğe anlamlı kılmak demektir.

Sonuç olarak, Dede Korkut, Türk milletinin ortak vicdanıdır. Sesi yüzyıllar öncesinden gelir ama sözleri hâlâ yüreğimize dokunur. Onu anlamak, aslında kendimizi anlamaktır. Ve her millet gibi, kendini anlayan bir millet, geleceğini de sağlam temeller üzerine kurabilir.

Yazımızı çok güzel ve anlamlı öğütlerinden birisinin yer aldığı kısa bir hikayesiyle bitirelim.

*         *       *

Duha Koca Oğlu Deli Dumrul

Türk mitolojisinde Aylanu motifinin en belirgin olarak işlendiği hikayeler arasında yer alır.

Deli Dumrul, bir kuru çay üzerine köprü yapmış. Geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden de döve döve kırk akçe almaya başlamış. Buna sebep olarak da erliğinin ve yiğitliğini öne sürmüş. Bir gün köprünün üstünde bir genç ölmüş. Buna sinirlenen Deli Dumrul, Azrail’e meydan okumuş. Bu yiğidin canını alan Azrail’in cesareti varsa gelip kendisiyle savaşmasını istemiş. Bu başkaldırı üzerine Azrail Deli Dumrul`un karşısına çıkmış. Fakat Deli Dumrul, Azrail’i bir türlü yakalayamamış ve sonunda pes etmiş, aman dilemiş. Azrail de bir can getirmesi şartıyla canını bağışlarım demiş. Deli Dumrul Annesi ile babasına gitmiş onlara durumu anlatmış. Annesi ve babasına can tatlı gelmiş, onun yerine canlarını vermeyi kabul etmemişler. Artık öleceğine inanan Deli Dumrul, karısıyla helalleşmeye gitmiş. Karısının fedakarlık yapıp kendi canını vermek istemesi üzerine Allah’a “Ya ikimizin canını da birlikte al, ya ikimizi de yaşat.” diye yalvarmış. Duası kabul olmuş. Allah Deli Dumrul ve karısına yüz kırkar yıl ömür vermiş, Azraile de Deli Dumrul’un annesi ve babasının canını aldırmış.

Aylanu; Türk mitolojisi ve halk inanışında can değiştirme, yani bir başkasının yerine kendi canını verme anlayışının ifadesidir. Aylanı da denilir. Kişinin başkası yerine ölümü kabul etmesidir. Kişinin ne kadar özverili ve erdemli olduğunun ilahi bir kudret tarafından ölçülmesi olarak görülür. Kişinin gerektiği taktirde ailesi ve vatanı uğruna canından vazgeçip geçemeyeceği sınanmasıdır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?