
Aklın ve Erdemin Bilgesi: Farabi
Tarihin tozlu sayfaları, kimi zaman sessiz ama derin izler taşıyan bilge isimlerle doludur. Onlar konuşmaz belki ama fikirleri çağları aydınlatır. İşte bu büyük sessizlerden biri: Ebu Nasr el-Farabi.
Farabi, 9. yüzyılda doğdu, ama düşünceleri hâlâ bizimle. Doğunun filozofu, Batı’nın “Alpharabius”u. Aristo’nun ardından “İkinci Öğretmen” unvanını alan bu büyük akıl insanı, yalnızca felsefeyle değil, toplumla, ahlakla, devletle, hatta müzikle de meşguldü. Bugün onu yeniden hatırlamak, aslında hem kendimizi hem de geleceğimizi yeniden düşünmektir.
Bir Bilgelik Yolculuğu: Farabi’nin Hayatı
Farabi, 870 yılında Türkistan’ın Farab (bugünkü Kazakistan) şehrinde doğdu. Türk kökenliydi. Eğitim için önce Horasan’a, ardından dönemin en büyük bilim ve kültür merkezi Bağdat’a gitti. Burada Aristo, Platon ve diğer Yunan filozoflarının eserleriyle tanıştı. Onları yalnızca çevirmedi, derinlemesine anladı, yorumladı ve İslam düşüncesiyle sentezledi.
Ömrünü ilme, düşünceye ve erdeme adayan Farabi; Bağdat, Halep ve Şam gibi şehirlerde yaşadı. Gündelik hayattan uzak, sade bir yaşam sürerek 950 yılında Şam’da vefat etti. Ardında yüzü aşkın eser ve hâlâ güncelliğini koruyan bir düşünce sistemi bıraktı.
Eserleri: Felsefeden Müziğe, Devletten Ahlaka
Farabi’nin eserleri, insanı sadece bireysel varlık olarak değil, toplumsal bir varlık olarak ele alır. En bilinen eserlerinden bazıları:
- El-Medinetü’l-Fazıla (Erdemli Şehir): Erdemli toplumun nasıl olması gerektiğini anlatır. Bilgelerin yönettiği bir toplum modelini savunur.
- İhsâü’l-Ulûm (Bilimlerin Sınıflandırılması): Bilimleri sistemli şekilde sınıflandıran ilk eserdir. Modern bilim anlayışının temellerini atar.
- Kitabu’l-Mûsîka el-Kebîr (Büyük Müzik Kitabı): Müziği sadece sanat değil, bilim olarak da inceler. Sesin matematiksel yapısını açıklar.
- Risale fi’l-Akl (Akıl Üzerine Risale): Akıl nedir, nasıl işler ve bilgiye nasıl ulaşırız? gibi temel soruları tartışır.
Farabi’nin Düşünce Dünyası: Din, Ahlak, Felsefe
Farabi’ye göre felsefe ile din arasında çatışma yoktur. Aksine, her ikisi de aynı hakikati farklı dillerle anlatır. Felsefe akıl yoluyla, din ise semboller ve vahiy yoluyla insanı doğruya ulaştırır.
Ona göre mutluluk; servet, şöhret ya da güçle değil, erdemli bir yaşamla elde edilir. İnsan önce kendini tanımalı, sonra toplumun yararına çalışmalıdır. Bu nedenle ahlakı, bireysel değil toplumsal bir mesele olarak görür. Bu bakış açısı, bugünkü etik, hukuk ve siyaset anlayışlarının temelini oluşturur.
Günümüz İçin Ne Söyler Farabi?
Günümüz dünyası; bilgi bolluğuna rağmen bilgelikten, iletişim bolluğuna rağmen anlayıştan yoksun. İşte tam bu noktada Farabi’nin sözleri yankılanıyor. O, bilginin güç, aklın rehber, erdemin temel ilke olması gerektiğini savunuyordu. Bu yönüyle, bireysel gelişimden toplumsal barışa kadar pek çok alanda hâlâ ilham verici bir kaynak.
Batılı düşünürler artık Batı medeniyetinin tek medeniyet olduğu fikrinin günümüzde geçerliliğini yitirdiğini “Artık bugün biz, kesin üstünlük iddiasındaki tek ve eşsiz medeniyet anlayışını bırakıp değişik medeniyetler bulunduğunu kabul etmeliyiz” şeklinde düşünmeye, konuşmaya, yazmaya başlamışlarsa batılı filozofların bu noktaya gelmesinde en büyük pay şüphesiz ki Farabi’nindir
Farabi'ye göre toplumları ölçeklerine göre üçe ayırmak mümkündür:
Mükemmel toplumlar, büyük, orta ve küçük olmak üzere üç çesittir. Büyük toplum, oturulabilir dünyanın bütününde bütün milleterin biraraya gelmesidir. Orta toplum oturulabilir dünyanın bir parçasında tek bir milletin bir araya gelmesidir. Küçük toplum herhangi bir milletin oturdugu topraklar üzerinde tek bir şehir halkının biraraya gelmesidir .
Farabi’nin “erdemli şehir” anlayışı, adalet, liyakat, eğitim ve ortak akıl üzerine kurulu bir toplum hayalidir. Bugün, şehirler büyüyor ama insanlar küçülüyorsa, belki de Farabi’yi yeniden okumamız gerekiyor.
Sessiz Bilgeyi Dinlemek
Farabi, yaşarken yüksek makamlarda bulunmadı, büyük servetler kazanmadı, kalabalıkların peşinden koşmadı. Ama o, aklın ve erdemin izini sürdü. Sessizdi belki, ama sözü derindi. Bugün biz onu sessizliğin içinden gelen bir çağrı olarak duyuyoruz.
Onu anlamak, sadece geçmişi değil, bugünü ve yarını da yeniden düşünmek demektir.