Sazak'aydı Yolumuz

31-05-2022
Eskişehir’den çıkarken radyoda bir türkü çalınıyordu;
“Kaleden iniş m’olur,
Ham demir gümüş m’olur,
Evvelden ikrar verip
Sabaha dönüş m’olur…”
Sonra bir başka türkü,
“Evvelim sen oldun, ahirim sensin..”
Ve biz bir araba ile kırk beş senelik gönül arkadaşlarıyla, gönül ziyaretleri yapmaya gidiyorduk.
Gitmediğin yer vatan değildi. Hatıralar da vatandı.
Gittiğimiz yerler adım adım, yol yol biliniyordu.
Şu yol şuraya giderdi mesela.
Şu yoldan şuraya gitmiştik.
Şu köy falanın köyü.
Şu yolda falan kişi vardı, iki sene önce rahmetli oldu. Hayatı mücadeleyle geçmişti, kimseye minneti yoktu. Bir kaç arkadaş gelip defnetmiştik.
Radyo da bir türkü çalınıyordu,
“Bu yol Pasin’e gider,
Döner tersine gider,
Şurda bir garip ölmüş,
Kuşlar yasına gider.”
Geçtiğimiz köylerden biri şimdi uzakta yaşayan bir arkadaşımızın köyü idi. Fotoğrafını çekip gönderdik “vatsap”tan, cevaben “vatan” dedi.
Bir arkadaş anlattı,
“1980 öncesi seçim çalışmalarında köy köy geziyorduk, paramız yok, aramızda üç beş topluyor kıt kanaat idare ediyoruz. Önümüzdeki köye iki arkadaşı gönderdik, köyde ne var ne yok baksınlar diye. Bekledik bekledik gelen giden yok. Merak ettik, biz de sokak sokak gezmeye başladık. Baktık arkadaşlar oturmuş yemek yiyor. Meğer köyde yağmur duası varmış, insan bir haber verir, biz de sabahtan beri açız.”
“Bir seçim gezisinde adayın biri ile gittik köylere. O adayın durumunun iyi olduğunu söylemişlerdi. Saatlerce dolaştık, acıktık. Utana sıkıla bir arkadaş acıktığımızı söyledi. “O kolay” dedi. Az sonra on ekmekle geldi, bir kilo kadar da sarımsak getirmişti katık olarak.”
Radyoda bir türkü çalıyordu,
“Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi”
Yunus Emre Hz. nin türbesine uğradık, Sarıköy’e. Şöyle diyordu Yunus Emre,
“Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmağa geldim.”
Sarıköy’den, sarı çiçekler arasından Sazak’a doğru idi yolumuz. Dağlar başladı sonra.
Radyoda bir türkü çalıyordu;
“Dağlar dağımdır benim,
Gam ortağımdır benim,
Söyletme çok ağlarım,
Dertli çağımdır benim.”
“Sazak” soğuk esen yel demekti, bir de”sazlık”tı diğer manası. Selçuklu Beyinin adını verdiği Porsuk Nehri’ne yakınlaşa uzaklaşa, sazlıkları göre göre yol aldık epeyce. Bin kamıştan belki biri ney olurdu. O da ustasının elinde olmalıydı.
Sazak Köyü’nün mezarlığında Gün Sazak Ağabey’in mezarına geldik. O’na kitaplar getirmiştik.
Onlar birbirini tanırlardı.
Yetik Ozan,
“Kurulu yayımdan çıktım,
Ok olur sana gelirim.
Var olmak bu ise bıktım,
Yok olur sana gelirim” diyordu ney’in geldiği yere.
Abdurrahim Karakoç Ağabey haber dolaştırırdı semada pul pul. Ha Hasan’a, ha sana diyordu, ne Mihriban şiirler söylemişti çağların ötesine.
Rıza Akdemir Ağabey Türk Gençliğine Mektuplar yazmıştı, bir satırında şöyle demişti;
“Sen güneşi tuğ diye taşımış bir neslin çocuğusun.” O yüzden Gök Aradık Tuğlara idi bir kitabın adı.
Yavuz Bülent Bakiler Ağabey;
“Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.
Mavzer omzuma yük.
Ben yumruklarımla dövüşeceğim.
Yumruklarım memleket kadar büyük.
Hey, hey!”
Kavga Günleri idi o günler, Yağmur Tunalı Ağabey öyle diyordu.
Yüreği dev Necdet Sevinç Ağabey Sanık Yazılar’da, Yazarını Kurşunlatan Yazılar’da Bizim Anadolu’yu anlatıyordu.
Emine Işınsu Abla “Seni çok seviyorum Mehmet Ali” cümlesiyle Çiçekler Büyür demişti. Ak Topraklar, Azap Toprakları, Cumhuriyet Türküsü’nde anlamını buluyordu. Sancı’lı günlerdi o günler.
Nevzat Ağabey’e inceleyip uygun olursa basılmak için bir kitap taslağı gelmişti. Bir akşam öylesine eline alıyor ve heyecandan bırakamıyor. Ertesi günü İstanbul’a gidip o kişiyi buluyorlar. Kitabın adı Köse Kadı, yazarı Bahaeddin Özkişi. Ardından Uçtaki Adam, Sokakta ve Göç Zamanı.
Ben Eskişehir’den Adana’ya gitmiştim üniversite okumaya. Bir müddet sonra da Mehmet Hayati Özkaya Adana’dan Eskişehir’e gelmişti. Hayati P.K.546’yı yazmıştı. Bizim Adana günlerimizdi onlar. Şehit Yavuz Özkaya’ydı, Ayvaz Gökdemir’le beraber mücadele eden Necdet Özkaya’ydı. Bizdik kısaca.
Himmet Kayhan Ağabey o muhteşem Gün Sazak kitabını yazmıştı. Gün Sazak Ağabey’in mezarının başından Himmet Ağabey’i aradık. Kitaptan bir kaç satır şöyleydi;
Yolları Beypazarı’nda bir bostanlığa düşüyor Gün Sazak’ın babası Emin Bey ve arkadaşlarının.Bir kaç bostan alıyor ve bir hanım görüyor, kızıyor tabi. “Ben bir dul kadınım, öküzüm tek, burayı sürmek için tek öküzün yanına merkep koştum, benim bostanımı harap ettiniz.”
“Emin Bey, kadının halini anlayınca kardeşi Habip Ağa’ya ‘kadın dul ve fakirmiş, buna bir öküz ver’ dedi. Habip öküz sürüsünden bir öküz ayırdı ve kadına verdi. Kadın buna inanmak istemiyor, şaşkın şaşkın bakıyordu. Emin Bey ‘Haydi al, bu öküz senin. Bize dua et’ dedi.”
“Nilgün Hanımla evlendikleri sırada Gün Bey mali sıkıntılar içindeydi. Bu sıkıntılar içinde kıvranırken köyden uzak, yakın akrabalardan, bazı baba dostlarından birinden bir mektup gelir.. Onların sıkıntısını bulup buluşturup gidermeye çalışır.
Benzer olayları çok defa gören Nilgün Hanım kocasına “Bu nasıl şey Allah aşkına? Siz borç içinde kıvranırken, borçlarınız için faiz öderken, eş, dost, akraba ya da köylülerden birinin sıkıntısını gidermek için borç alıp onlara veriyorsunuz. Aklım ermiyor sizin işlerinize.
Gün Bey eşinin sözlerine güler:
Evet kanun böyle.. Bu bize babamızdan, dedelerimizden kalmış bir kanun. Kendimiz sıkıntıda bile olsak onların derdine çare bulmaya çalışmak, bizim için vazifedir. Babam rahmetliden çok duydum, Ağa çocuğu olarak doğmuşsan, fakir, fukaraya borçlu doğdun demektir.”
Gün Sazak Ağabeyle babasının mezarı , Emin Sazak yan yana idiler.
“Dua dua eller karıncalanmış”tı.
Radyoda bir türkü çalınıyordu;
“Gele gele geldik bir kara taşa
Yazılanlar gelir sağ olan başa
Bizi hasret koyar kavim kardaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.”
Nevzat Kösoğlu Ağabey “Biz bu türküleri sokakta bulmadık” diyordu. Türküler vatanın tapusuydu.
Radyoda bir türkü başladı sonra “Halil Atılgan’dan alınan” diye. Halil Ağabey’i aradık, o da İncir Gediği’nde radyo başındaymış.
“Aşk yolunda canı feda kılanlar..”
Hani Galip Erdem Ağabey demişti ya;
“Bizler ‘dâvâ’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık.
Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik:
‘Dâvâ’yı dağın eteklerinde unutmuştuk!
Meğer biz dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.”
Özer Revanoğlu benim Adana’da tanıdığım Ağabeylerimden birisiydi. Nevzat Kösoğlu Ağabey’le bir yolculuk yapıyorlar, Nevzat Ağabey anlatıyor;
“Sanırım 1979 yılı idi; o yılların siyasî ve toplumsal olaylarını yaşayanlar bilirler. Özer Revanoğlu ile Mersin’den Konya üzeri geliyorduk. Göksun vadisinde Toroslar’a yukarı tırmanırken yolun biraz genişlediği ve vadinin pek güzel görüldüğü bir yerde durduk. Aşağı köylerden gelen bir kısım insanlar meyve satıyorlardı. 9-10 yaşlarında bir çocuk da sepetine nar doldurmuştu. Özer, eline bir nar aldı, evirip çevirirken ‘Tatlı mı?’ diye sordu. ‘Tabiî abi’ dedi çocuk. Özer bir yandan nar seçerken, konuşukluk olsun kabilinden ‘Doğru söyle lan!’ dedi. Çocuk başını sepetten kaldırdı, dikeldi ve şunları söyledi:
‘Biz ülkücüyüz abi, yalan söylemeyiz!’
Hiç bir şey diyemedik; söylenecek her söz, yapılacak her hareket, fazla olacaktı.”
Gün Sazak Ağabey’den sonra Mihalıççık üzerinden Taptuk Emre’ye idi yolumuz. Dağların arasında yol alıyorduk. Bir tabelaya rastladık. En yüksek yer oraydı demek ki “rakım 1550”
yazıyordu ve nar mevsimi değildi.
( Gün Sazak Ağabey'in şehadetinin kırk ikinci yılı bugün. 27 Mayıs 1980 den 27 Mayıs 2022 ye)
xxx
Şehitlerimize, bu toprakları vatan yapanlara, atalarımıza, Emin Sazak’a, Gün Sazak’a ,Yetik Ozan Turgut Günay’a, Nevzat Kösoğlu’na, Mehmet Niyazi Özdemir’e, Dilaver Cebeci’ye, Abdurrahim Karakoç’a, Rıza Akdemir’e, Emine Işınsu'ya, Yavuz Özkaya’ya, Ayvaz Gökdemir’e, Necdet Özkaya’ya, Necdet Sevinç’e, Bahaeddin Özkişi’ye Allah rahmet eylesin.
Mehmet Ali Kalkan
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Nurdoğan Aktaş
Nurdoğan Aktaş 2 yıl önce
Beyaz atlara binip gidenleri hatırlattınız. Teşekkür ederim.