GİRİŞ…
Toplam yedi bölümden oluşan bu makale dizisinde Paris Barış Konferansından bir esaret belgesi niteliğinde olan Sevr Barış Antlaşmasına uzanan süreç ele alınacaktır. Makale dizisinin bugünkü ilk bölümünde mütâreke ve barış antlaşmaları kavramları açıklanmakta, Paris Barış Konferansının açılışı, konferansta genel olarak uygulanması karara bağlanan hususlar, ABD ile ihtilafa meydan vermemek için İngiltere ve Fransa tarafından üretilen bazı yeni kavramlar ile mutabık kalınan genel hususlara değinilmektedir.
MÜTÂREKE ve BARIŞ ANTLAŞMASI…
Mütâreke devam eden bir savaş hâli döneminde savaşın silahlı çatışma safhasına son verilmesidir. Mütâreke dönemi için umulan ve yapılması gereken ise taraflar arasında barış antlaşması imzalanmasıdır. Mütâreke sonrası, her zaman değilse de genellikle barış sürecini içerir ve barış antlaşmasıyla sona erer. Savaşın tarafı olan devletler arasındaki normal diplomatik ilişki ise ancak barış antlaşmalarıyla mümkün olur. I. Dünya Savaşı’nın gâlipleri tarafından, savaşın mağlup devletleri ile aralarında imzalanacak barış antlaşmalarının şartlarını belirlemek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde uluslararası bir konferans niteliğinde olan Paris Barış Konferansı açılmıştır.
PARİS BARIŞ KONFERANSI…
Konferansa Müttefik, kısmen müttefik ve ortak devlet gibi farklı gruplara ayrılmış oyuz iki devletin temsilcileri katılmıştır. Bu devletler, İttifak Devletleri ile savaşmış veya onlara savaş ilan etmiş devletlerdi. Konferans, Alman İmparatorluğunun kuruluşunun (18.01.1871) yıldönümü olan 18 Ocak 1919 tarihinde açıldı.
Konferansta mağlup devletlerin delegeleri yoktu. Yenilenler barış şartlarını belirleme safhasında olmayacaklardı. Onlar antlaşma şartları belirlenince imza için davet edileceklerdi.
21 Ocak 1920 tarihine kadar çalışmalarını sürdüren konferansta 58 komisyon ve alt komisyon kurulmuş olmakla beraber önemli meseleler hakkında karar vermek yetkisi ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın başbakan ve dış işleri bakanlarından kurulu “10’lar Konseyi”’nin elindeydi. Bu beş devlet içinde Japonya, Avrupa meseleleriyle pek ilgilenmiyordu. Savaşta Müttefiklerine büyük bir yardımı dokunamamış olan İtalya’yı ise Müttefikleri pek dikkate almıyordu. Sonunda Avrupa’nın yeni düzeni üç büyük devletin elinde kalıyordu.
Konferansta savaş sırasında imzalanmış olan gizli antlaşmaların (Boğazlar Antlaşması, Londra Antlaşması, Sykes-Picot Antlaşması, Petrograd Antlaşması ve Saint Jean de Maurienna Antlaşması) uygulanması karara bağlanmış, İngiltere ve Fransa, Wilson Prensipleri’ne [1] tamamen ters düşmemek için “savaş tazminatı” yerine “savaş onarımı”, “sömürgecilik” yerine de “manda-himaye sistemi” [2] gündeme getirerek uygulanmasını sağlamışlardır.
MÜTTEFİKLERİN MUTABIK KALDIKLARI HUSUSLAR…
Müttefik Yüksek Konseyinin Paris’teki 30 Ocak 1919 tarihli toplantısında Osmanlı Devleti’nin Kilikya, [3] Filistin, Suriye, Mezopotamya gibi bölgelerin Türk yönetiminden ayrılarak Milletler Cemiyeti [4] bünyesinde manda idareleri altında yönetimlerinin yeniden belirlenmesi konusunda mutabık kaldılar.
…….
Not: Devam edecek
© 2024. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
SONNOTLAR
[1] Rusya’daki Ekim 1917 Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin gizli antlaşmaları dünya kamuoyuna açıklamalarıyla ABD Başkanı Wilson’un korktuğu başına gelmişti. Lenin’in “barış kararı” adlı bildirisi, 8 Kasım 1917 tarihinde SOVNARKOM’un (Sovyet Narodnikh Komissarrov - Halk Komiserleri Konseyi) İkinci Kongresi’nde kabul edilmiş, ertesi gün de İzvestiya Gazetesi’nde yayınlanmıştı. Bu bildiride Lenin, Rusya’nın derhâl savaştan çekilmesini ve toprak ilhâklarını içermeyen âdil ve demokratik bir barışın yapılmasını öneriyor, ayrıca barış düzenlemelerinin ulusların “kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi” ilkesine uygun olması gereğine de işaret ediyordu. Bolşeviklerin bu çıkışı sadece ABD’yi değil, İngiltere ve Fransa’yı da zor durumda bırakmıştı. Nitekim her iki ülkenin başbakanları, üzerlerindeki baskıyı hafifletmeye yönelik açıklamalar yapma gereğini duydular. Clemenceau 27 Aralık 1917 tarihinde ülkesinin savaş amaçlarını açıklarken, Fransa’nın istila amacı gütmediğini, “kul hayatı yaşayan doğu halklarına kendi kaderlerini belirleme hakkını verecek olan ‘milliyetler prensibi’ni hayata geçirmek için” savaştığını ileri sürüyordu. Lloyd George ise 5 Ocak 1918 tarihinde yaptığı konuşmada, “Türkiye’yi başkentinden ve nüfusunun çoğunluğu ırk bakımından Türk olan Anadolu ve Trakya’daki zengin ve şanlı ülkelerinden yoksun bırakmak için savaşmıyoruz. ... Türk İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul olmak üzere, devamına engel olacak değiliz.” diyordu. Bolşeviklerin gizli paylaşım antlaşmalarını açıklamalarından hemen sonra Wilson, ABD’nin kapsamlı savaş amaçlarının ve barış ile ilgili öngörülerinin şekillendirilmesinde kendisine yardımcı olacak bir kurulu görevlendirmiştir. Başkan Wilson ve onun politik danışmanı Albay House tarafından (ülkenin önde gelen akademisyenleri ile uluslararası politika uzmanları arasından) belirlenen 150 kişilik bu kurul Aralık 1917 ayı başında New York’ta çalışmalarına başlamış, yaklaşık bir ay sonra da raporunu Başkan’a sunmuştur. Başkan’ın, Amerikan Kongresi’nin 8 Ocak 1918 tarihli birleşik oturumunda yaptığı konuşma ile dünyaya ilân ettiği on dört maddelik savaş amaçları bildirisinin temelini bu rapor oluşturur. I. Dünya Savaşı’nın yegâne kapsamlı savaş amaçları bildirisi niteliğini taşıyan bu on dört madde, bir yönüyle, ABD’de 19. yüzyılda gelişen ve Wilson’un da önemli temsilcileri arasında yer aldığı “İlerlemecilik” adlı siyasî felsefeye ait ilkelerin (serbest ticaret, açık diplomasi, demokrasi, self-determination) dış politikaya uyarlanması olarak nitelendirilebilir. Ancak daha yakından incelendiğinde, bildirinin öncelikle savaş dönemine ilişkin stratejik hesaplar gözetilerek kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Bahse konu bildiride “14 İlke” ya da “14 Madde” olarak da ifade edilen bu ilkeler/prensipler “Wilson Prensipleri” diye de bilinir. Bu ilkeler/prensipler ABD’nin I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini ifade eder. Bu konuşmada ifade edilen maddeler arasında Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olanı “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Türk Boğazları, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hâle getirilmelidir.” şeklindedir.
[2] Manda, Fransızca “yetki, görev” anlamına gelmekte olup, I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar MC adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik bir proje olarak düşünülmüş olan manda, uygulamada, sömürgeciliğe benzer sonuçlar doğurmuştur. Manda projesinin temelinde, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ve Almanya'dan ayrılan ve Avrupa dışında kalan bölgelerin yönetimi sorunu vardı. Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe duyulan tepki nedeniyle, bu ülkelerin doğrudan galip devletler arasında paylaşılması uygun görülmemiştir.
Himâye / Protektora: Uluslararası ilişkilerde, bir sözleşme ya da tek taraflı bir karar uyarınca, (güçlü) bir devletin (zayıf) ötekini koruma ve denetimi altına aldığı hukuksal rejimdir. Protektora modeli, 19. yüzyılda sömürgeci yayılmanın biçimlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. Koruyucu devletin, korunan devlet üzerindeki genellikle güce dayalı müdahalesinden doğan protektora, ilke olarak yetkilerin yeniden paylaşılmasına dayanıyordu; sömürgeci devlet uluslararası yetkileri kendisine ayırıyor, korunan devleti de içişlerinde özgür bırakıyordu. Gerçekte ise protektora, çoğunlukla klasik bir sömürgeleştirmenin bütün unsurlarını kendinde toplamış olup kimi zaman da doğrudan ona yol açmıştır. Modern çağda ise protektoraların çoğu, dış ilişkilerin yürütülmesini koruyucu devlete bırakan antlaşmalarla kurulmuştur. Protektora statüsüne giren zayıf devletin Birleşmiş Milletler üyeliği için gerekli şartları taşıyamayacağı da açıktır.
[3] Kilikya: Anadolu'nun Alanya'dan başlayıp, doğuda (İskenderun'un 30 km kuzeyinde, Dörtyol ilçesinin kuzeybatısında, İskenderun Körfezi kıyısından 500 metre içeride bulunan bir höyük olan) Kinet Höyük'te son bulan, kuzeyden de Toros dağlarıyla çevrili alanı kapsayan antik bölgedir.
[4] Birleşmiş Milletler teşkilatının temeli sayılabilecek Milletler Cemiyeti (MC), Paris Barış Konferansı’nın 25 Ocak 1919 tarihinde yapılan toplantısında amacı, ülkeler arasında yaşanabilecek problemleri barışçı yollarla çözmek olan bir teşkilât kurulmasına yönelik verilen kararına istinâden 10 Ocak 1920 tarihinde İsviçre’de kurulmuştur. MC’nin kurulması, Wilson Prensiplerinde de öngörülen bir husustu. Fazla bir varlık gösterememiş olan bu teşkilât II. Dünya Savaşı’nın ardından 1946 yılında dağılmıştır.