Şu Dağlarda Kar Olsaydım

09-02-2022
Şu dağlarda kar olsaydım ne olurdu?
Dağlara "ak başlı" derlerdi benim yüzümden. Daha bir heybet verirdim. Gün vurur erirdim usul usul, yaylalara bahar getirirdim. Yaylalar çiçek çiçek açardı. Ya da "Dağlar çiçek açar Veysel dert açar"dı. Nefes nefes sevda dağıtırlardı sonra. Sularım en aşağı, dağın eteklerine inerdi. Oradan başlarımı taşlara vura vura giden bir dere olurdum. Gürül gürül akan çay olurdum, nehirleşirdim. Ummana karışırdım sonra, susardım... Sessizlik başlardı.
Bahar denize yakın yerlerden başlardı. Sürüler ovalardan dağdaki yaylalara doğru yol alırdı. Hıdrellezden sonra otlar her gün bir arpa boyu büyürdü. "Bir arpa boyu yol" bir günlük yürüyüş mesafesiydi.
Prof.Dr. Yaşar Düzenli'den dinlemiştim, kitabında da okumuştum. Demişti ki;
"Bazı irfan sahiplerinden şöyle bir benzetme naklederler. İstikamet üzere bulunan kişinin görüntüsü, tıpkı bir dağın görüntüsü gibidir. Dağın görüntüsü ve dağ oluşunun alâmetleri dört tanedir.
1- Dışarısı ne kadar sıcak olursa olsun dağ yanmaz, erimez.
Bu şu demektir; Kendisine bir başkası iyilik yaptığı zaman, iyiliğin sıcaklığından eriyerek, haksız olarak ona yönelmemesi gerekir.
2- Dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun dağ donmaz.
Birileri kendisine herhangi bir kötülük yaptığında, kötülüğün donduruculuğuna kapılarak onun hakkında hak ve gerçekten başka bir şey söylememelidir.
3- Rüzgâr ne kadar şiddetli olursa olsun dağı hareket ettiremez.
İnsanın nefsi ve kişisel arzuları, rüzgârın önündeki yaprak gibi onu Allah'ın emirlerine rağmen dilediği yöne sürükleyememelidir.
4- Yağmur ne kadar fazla yağarsa yağsın, o sel, dağı önüne alıp götüremez.
Dünyanın süsü ve ziynetinin cazibe ve akıcılığı onu Allah'a itaatten alıkoymamalıdır.
Dağlara güneş de vursa, kar da, yağmur da yağsa, rüzgâr da esse dimdiktir onlar. Türkü türkü söylenir asırlarca.
Dağ kendisi birdir, inişli çıkışlı olması dolayısıyla da iki.
Dağlarla ünsiyetimiz vardır bizi. Emaneti onlar almayınca bizim nasibimiz olmuştur.
Dağlarda duman olur, sis olur, güneş vurur, sel olur, rüzgâr olur, çiçek açar, kurdu kuşu barındırır. Yaylaları vardır. Avuç avuç su içtiğimiz pınarları, uçurumları, toprağı, kayası...
Biz dağlarla dertleşiriz. Dağ bizimledir. Gönül dağlarımız yağmur, boran, kar olur. Bir türkü söyleriz içimize.
"Yine karlar yağmış gönül dağıma/ Kime ne söyleyim, kime ne deyim." Gelen can baş üstünedir. Alev alev dağlanırız. Çöl de bir dağdır külümüzün savrulduğu.
İki Yesevi dervişi geliyor Anadolu'yu Türkleştirmek, İslâmlaştırmak için. Birisi kasabada ayakkabı tamirciliği yapıyor, diğeri de dağda çobanlık. Ara uzayınca çoban, kasabadaki arkadaşını ziyaret etmek istiyor. Hediye olarak da dağdan kar topluyor mendiline.
Kasabaya geliyor. Dükkânda bir hanım gelmiş ayakkabısını tamir ettirmeye. Gözü kayıyor çobanın, mendildeki kar damlamaya başlıyor. 
Bir şiirde şöyle demiştim;
Günleri uzun ettim zaman çaldım yarından,
Mendilime doldurdum aşk dağının karından,
Kır çiçeği kokulu gönül yaylalarından,
Rüzgârları topladım sana bırakmak için.
Kar damlamamalıydı. Dağ başında dervişlik kolaydı.
"Meşeli dağlar meşeli" idi.
Bizde eskiden "yeşil" renk yoktu, "gök" derdik. "Meşeler göğermiş varsın göğersin" derken, baharda meşe ağaçlarının yapraklanmaya başladığını söylerdik.
Kavak otuz santimetre çapına beş- on senede ulaşırdı. Kontraplak yapılırdı, belki portakal kasası. Yanması bile pek fayda etmezdi. Ama meşe ağacı o çapa doksan senede ulaşırdı. Meşeden masa, sandalye yapılırdı. Nakış nakış işlenir asılara bırakılacak güzellikler meydana getirilirdi. Yanması bile bir başka güzel olurdu. Olunacaksa meşe olunmalıydı.
Yeşil renk sonradan girdi dünyamıza. Baharda yağmur yağar ortalık yaş olurdu. Yaşıl olurdu, yeşil olurdu.
Doğan günü güldürmüş/Belik belik aşk örmüş,
On yedi bahar görmüş/ Bana bir türkü söyle...
"Kaç yaşındasın?" demek "Kaç bahar gördün?" demekti.
Her dağda bir sevda vardı. Her dağ Tanrı Dağı, her dağ Uhud, her dağ Allahüekber'di.
Dağ bizdik. Dağlar dağlardı bizi. Bazen dertleşirdik onlarla;
"Halimi anlattım dağlara taşa/ Dedim götürmüyor bu gam yükünü."
Dağla dost olurduk biz.
Bizim köyde Kerimlen Kerim Abi var, yıllarca dağda çobanlık yapmış. Bir gün demişti; "Şu gördüğün dağların bütün ağaçlarını bilirim. Hepsine sarılmışlığım, hepsiyle konuşmuşluğum vardır. Onlar beni bilir, ben de onları."
Dağın doruğunda bir çiçek domurcuklanır, serpilir, güzelleşir. Rüzgârlarla salınır ama kimse görmez. Davut Sulari ona şöyle der;
"Yaban gülü müsün sarp kayalarda/ El değmeden solacağın bellidir."
Dağlar aynı zamanda sığınağımızdır bizim. Yoldaşımızdır, haldaşımızdır. Derdimizi onlara anlatırız. Başımız sıkıldığında gider göğsüne yaslanırız. Dağ, her derdimize katlanır bizim. Ferhat'a bile ses çıkarmayan dağ bize ne desin?
Bulutlar dağların kanadıymış bir zamanlar. Dağları alır götürürlermiş istedikleri yere. Yalnız yere konarken çok gürültü olur, ortalık karışırmış. Yerler beşik gibi sallanırmış. O yüzden dağların kanatlarını kesmişler. Şimdi bulutların dağ tepelerinde toplanmaları hasretlerindenmiş.
"Canım" dedim, can evimde sakladım,
Her âhımda yıldızları okladım,
Bulut oldum öptüm, sevdim, kokladım,
Dağ dedim de yüreğime sardım yâr.
Rahmetli babam dünyadaki kavgaları görünce canı sıkılırdı ve şöyle der di; "Dünya geniş halbuki. Herkese yetecek kadar yer var, niye bu kavga?" Bunu Dağ İle Konuşmamdır şiirinin bir kıtasında şöyle kullanmıştım;
Dünya geniş, hiç kimseye dar değil,
Bana gitmek sana kalmak zor değil,
Doruğunu vatan tutan kar değil,
Damla damla ben eririm dağlar ey...
Bir türkü söyleyelim efendim.
"Yine karlar yağdı gönül dağıma,
Kime ne söyleyim, kime ne deyim."
Mehmet Ali Kalkan
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?