
Özel Pedagoji eğitimi almış bir öğretmen ve aynı zamanda bir sosyolog olarak son yıllarda dikkatimi çeken bir konuya değinmek istiyorum. Konu çocuklar ve yaşlılar olunca özel bir ihtimam gösteriyorum elimde olmadan. Gerek alışveriş merkezlerinde gerekse sosyal medya mecralarında çocukların hunharca kullanılmaları toplumun bilinç(siz)liğini ortaya koyarken tepkisiz kalmak istemedim.
Modern toplumun en büyük çelişkilerinden biri, çocukları bir yandan “geleceğin teminatı” olarak kutsarken, diğer yandan onların en kıymetli dönemlerini “çocukluklarını” tüketim kültürünün dar kalıplarına hapsetmesidir. Özellikle alışveriş merkezlerinde, vitrinlerde ve sosyal medya mecralarında karşımıza çıkan abartılı çocuk kıyafetleri bunun en somut örneğini oluşturuyor. Kimi zaman yetişkinleri çağrıştıran kroplar, abartılı aksesuarlar, kadınsı ya da erkeksi “şuh” görünümler, çocuk bedenini adeta bir vitrin mankenine dönüştürüyor. Hele sosyal medyada çocuğunun videolarını çekip, tabiri caizse çocuğunu pazarlayarak takipçi toplayan aileler, minik öğrencilerini kullanarak kendi reklamını yapan, takipçi artırmak amacıyla acımasızca onları harcayan sözde eğitmenlere ne desem bilemiyorum…
Bu konuya ilerleyen dönemlerde tekrar değinmeyi düşünebilirim.
Biz çocuğa odaklanalım:
Çocuk; “minyatür yetişkin” değildir. Çocukluk; başlı başına bir gelişim evresidir ve psikoloji biliminin de altını çizdiği gibi, bu dönemin en temel ihtiyacı oyun, özgürlük ve keşiftir. Çocuğun bedenini, kimliğini ve kişiliğini henüz gelişim aşamasındayken toplumsal baskılara, moda anlayışına ya da “sevimlilik” adı altında yapılan cinselleştirmelere maruz bırakmak yalnızca masumiyetini değil, ruhsal bütünlüğünü de zedelemektedir.
Sosyolojik açıdan bakıldığında, bu durumun arkasında tüketim kültürünün etkilerini görmek zor değildir. Moda endüstrisi, reklam sektörü ve sosyal medya platformları üzerinden pompalanan “minyatür yetişkin” algısı, anne babaları da bilinçli ya da bilinçsiz şekilde bu yarışa dahil etmektedir. Çocuğun kıyafeti, bir statü göstergesine, bir “aidiyet” sembolüne dönüşmekte, ebeveynler farkında olmadan kendi sosyal prestijlerini çocuk üzerinden temsil etmeye yönelmektedir.
Ancak bu yaklaşım, çocukların gerçek ihtiyacını göz ardı eder. Çocuk, kimlik inşasını modaya göre değil, oyun ve deneyimlerle kurar. Onu, henüz hazır olmadığı bir “yetişkinliğe” zorlamak, sosyalleşme sürecinde erken kırılmalara yol açar.
Psikoloji literatüründe “erken cinselleştirme” olarak geçen olgu, çocukların yaşlarına uygun olmayan giyim, davranış ve sosyal beklentilere maruz bırakılmasını ifade eder. Bu durum, çocukların özsaygısını zedeler, beden algısını bozar ve ileriki yaşlarda psikolojik travmalara zemin hazırlar.
Üstelik, toplumsal olarak istismar vakalarının arttığı bir dönemde çocuk bedeninin bu denli teşhir edilmesi, onları daha büyük risklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Masum bir kıyafet tercihi gibi görünen şey, aslında çocuğun güvenliği açısından ciddi sonuçlar doğurabilir.
Tehlikenin farkında mısınız! Siz birilerine kendinizi beğendirme çabanızı, hastalıklı bir virüs misali çocucuğunuza miras bırakıyorsunuz. Bu miras sadece sizin çocuğunuzun değil toplumun dengesini de bozuyor. Siz çocuğunuza mutlu olmak için, kendisini tatmin etmek için başkalarının beğeni ve düşüncelerine önem vermesi gerektiğini öğretiyorsunuz. Sonra o çocuk; okulda akranlarıyla marka yarışına koşuyor, zorbalığa açık hale geliyor, beğenilme ve onaylanma arzusuyla birilerinin sapkın düşüncelerine maruz bırakılmış oluyor.
Burada en büyük sorumluluk anne babalara düşmektedir.
* Çocuğa çocuk olduğunu hatırlatmak: Onların en temel hakkı, oyun oynayarak, özgürce, acele etmeden büyümektir. Her çocuğun gelişme ve yetişme hızı farklıdır.
* Modanın değil, ihtiyaçların peşinden gitmek: Çocuğun kıyafeti, rahatlık, yaşına uygunluk ve güvenlik esasına göre seçilmelidir. Özellikle marka takıntısı oluşturmamaya da özenle dikkat edilmelidir.
* Toplumsal farkındalık geliştirmek: Medya ve eğitim kurumları, ebeveynleri bilinçlendirecek içerikler üretmeli; çocuk bedeninin bir pazarlama unsuru olmadığını sürekli vurgulamalıdır ve cezai işlemler devreye sokulmalıdır.
Çocuklarımızı korumak, onlara pahalı kıyafetler almakla değil, onların çocukluklarını doya doya yaşamalarına izin vermekle mümkündür. Toplum olarak hatırlamamız gereken şudur: Çocukluk bir “geçiş dönemi” değil, kendi başına değerli bir evredir. Anne babalar lütfen çocuklarınız bırakın çocukluklarını yaşasınlar. Eninde sonunda büyüyecekler zaten, nedir bu acele? Onları aceleyle büyütmeye çalışmak, sadece çocukluğunu değil, geleceğini de zedelemektir.
Konuya İlişkin Anketimize de Katılabilirsiniz: https://www.eura24.com/anket/n-a-9.html