
Türkiye’nin Filistin davasına verdiği destek çoğunlukla sözlü kınamalar, insani yardım ya da diplomatik açıklamalarla sınırlı kalıyordu; bir yandan da İsrail’le ekonomik ilişkilerini sürdürüyor olması eleştirilerin odak noktası olmuştu. Türkiye, ‘’Neden sadece kınamakla yetiniyor, neden fiili adımlar atmıyor?’’ sorusu haklı olarak sıkça dile getiriliyordu. Ancak bu eleştiriler, uluslararası siyasetin gerçekleri ve Türkiye’nin jeopolitik konumunun zorlukları göz ardı edilerek yapılmış görünüyor.
Realist dış politika perspektifinden bakıldığında, uluslararası sistemde ‘’güç’’ en temel belirleyicidir. Bir ülke, konumuna uygun hamleler yapabilmek, etkili politikalar yürütebilmek ve krizlerin yönünü değiştirebilmek için öncelikle stratejik güç kazanmak zorundadır. Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum da tam olarak böyle bir güçlenme aşamasında olduğudur. Elbette Türkiye, bölgesel bir aktör olarak etkinliğini artırıyor, askeri kapasitesini ve diplomatik ağlarını genişletiyor, ancak süper güçlerle doğrudan karşı karşıya kalmak gibi ağır bedelleri olan riskleri almaya henüz hazır değil.
Yine Türkiye’nin İsrail ile bir süre ticaretini kesememesi de aynı mantığa dayanıyor. Ekonomik ilişkilerin tamamen kopması, Türkiye’nin bölgesel istikrarını riske atabilirdi, özellikle enerji, teknoloji ve ticaret alanlarındaki karşılıklı bağımlılık düşünüldüğünde bu kopuş Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurabilirdi. Ayrıca İsrail ile doğrudan çatışma ya da ambargo politikası izlemek Türkiye’yi diplomatik evrende izole bir konuma sürükleyebilirdi. Bu da Türkiye’nin Filistin davasında etkin lobi faaliyetleri yürütmesini ve destek bulmasını oldukça zorlaştırırdı. Bu sebeple İsrail ile ticaretin sürdürülmesi zorunlu bir denge durumuydu.
Sözde kalmayan fiili adımlar atabilmek ya da bölgesel meselelerde ağırlık koyabilmek için güçlü bir aktör olmanız gerekir. Bu da istediğinizde olacak bir şey değildir. Stratejik bir yol haritası ve sabır gerektirir. Bu noktada öncelikle ekonomik ve askeri bir güç dengesi kurmak çok önemlidir. Türkiye’nin Filistin’ e gerçek anlamda destek vermesi için öncelikle bölgesel dengeleri değiştirecek bir güce ulaşması gerekir. Bu noktada stratejik sabır çok önemlidir. Stratejik sabır, günü kurtarmaktan değil geleceği inşa etmekten geçer.
Yani demem o ki; Türkiye’nin Filistin davasındaki duruşu eleştirilirken sadece ‘’ Neden daha fazlası yapılmıyor?’’ demek yerine daha fazlasını yapmanın hangi zorlukları ve riskleri barındırdığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Uluslararası evrende söz hakkı kazanmak için önce güçlü olmak, sonra etkin olmak gerekir. Elbette ki etki yaratmanın birinci koşulu güç inşa etmektir.
Bu bağlamda Türkiye’de, Filistin söylemini stratejik bir kapasiteye dönüştürmek için hızlı ve emin adımlarla ilerliyor. Zira söylemin etkisi, arkasındaki irade ve imkân kadar yankı bulur.