İnsan ömrü kimi zaman sislerin ve kara bulutların kaplı olduğu kimi zaman da güneşin ışığıyla aydınlanan bir yolculuğa benzer…Bu yolculukta insanın elinde taşıdığı en kıymetli azık, bir lokma ekmekten, bir bardak sudan da öte olan ve insanın içini ferahlatan, gözlerine canlılık ve bedenine dinginlik veren şey umut… Umut olmadan atılan her adım, omuzlara ağır yüktür. Umut varsa, en dar sokak bile genişler, tunelin sonunda bir ışık belirir ve en uzun gece bile sabaha kavuşur…
Umut, yalnızca geleceğe dair bir temenni değildir sadece. Aynı zamanda bugünü katlanılır kılan, yarına dair cesaret uyandıran bir güçtür. İnsan nefes alırken ciğerlerine dolan hava nasıl hayatın devamı için vazgeçilmezse, kalbine dolan umut da ruhun yaşaması için aynı derecede önem arzeder. Umutsuz kalan insan en bereketli sofrada aç kalır, en kalabalık ortamda yalnızlıkla boğuşur…
Hayat birçoğumuzun arzu ettiği gibi düz bir çizgi değildir, aynı EKG grafiği gibidir…Hayatın ritmini çok güzel yansıtır bize. Şayet EKG’de düz bir çizgi olduğunu gördüğümüzde kalbin artık atmadığını biliriz ve yaşamın durmuş olması demektir. Ancak o inişli çıkışlı dalgalar, hem elektriğin hem de hayatın varlığını gösterir bize…Her iniş, bir gevşeme; her çıkış, bir kasılmadır. Tıpkı yaşam gibi… İnsan inişlerde tutunacak bir dal arar. İşte o dal, çoğu zaman gözle görünmeyen ama kalpte filizlenen küçük bir inanç kırıntısıdır.
Umut en büyük servetlerden bile değerlidir. Çünkü insan, yoksulluğun en ağırını yaşasa bile “yarın belki değişir” diyebiliyorsa kendi içinde diri kalır. Ama umudunu yitirmiş biri, en zengin sofraların, en geniş imkanların içinde bile tükenmiş hisseder kendini. O yüzden umut, parayla ölçülmeyen, ama insana en çok kazandıran bir hazinedir.
Çocukların gözlerindeki parıltıya bakmak, umudun ne kadar doğal bir ihtiyaç olduğunu hatırlatır. Onlar en basit bir oyuncaktan dünyalar kurabilir, küçücük bir söze sevinçle kanatlanabilir. Çünkü içlerinde henüz kırılmamış bir güven vardır. Ne yazık ki insan büyüdükçe hayatın yükleri altında bu ışığı kaybetme riski artmaktadır. Oysa çocukluktaki saflığı, güveni ve yarına dair inancı diri tutabilenler, yaş aldıkça da içten içe genç kalırlar.
Umutsuzluk, karanlık bir odada kapalı kalmaya benzer. Kapı açıktır aslında ama insan göremediği için çıkamaz. Halbuki umut küçük bir pencereyi aralayarak odaya sızan gün ışığı gibidir. O ışık bir kez içeri girdi mi, karanlık bütünüyle yok olmasa da artık dayanılmaz değildir. İnsan en ağır şartların bile içinde bir çıkış yolu bulabileceğini fark eder ve güçlenir.
Tarihin en zor dönemlerinde, savaşlarda, sürgünlerde, büyük felaketlerde ayakta kalabilen toplumların sırrı da burada yatmaktadır. Onları hayatın içinde taşıyan silahları ve maddiyatları değil daha ziyade içlerinde büyüttükleri “yarın yeniden yeşerebiliriz” duygusu olmuştur. Bir tohum gibi toprağa düşen nice umut, bahar gelince koca bir ormana dönüşmüştür.
İnsan, umudunu diri tutarak yalnız kendisini değil, çevresindekileri de ayakta tutar. Bir bakışıyla, bir sözüyle, bir gülümsemesiyle başkasına hayat aşılayabilir. Çünkü umut bulaşıcıdır. Bir kişinin içindeki ışık, karanlıkta kalan bir diğerini de aydınlatır ve aydınlatacaktır…
Hayat yolculuğumuzda herkesin taşıması gereken heybesi vardır. O heybede en çok yer kaplaması gereken şey ise umut olmalıdır. Çünkü ömür yolculuğunda yollar sarptır, zaman zaman insanınn dizlerinin bağı çözülür. İşte böyle durumlarda heybeden çıkarılacak en büyük destek, insanı diri tutan umut nimettir.
Hülasa insan nefes aldığı sürece yaşadığını zanneder. Oysa gerçek yaşam, ancak umudu diri tutabildiği müddetçe mümkündür. Umut, hayata yön veren gizli bir pusuladır. Nefes almak bedene hayat verir; umut etmekse ruha şifadır. Umudumuz her daim diri olsun…
