Sosyal Medya mı, Katil Medya mı?

18-04-2022

Bu hafta şu ana kadar yazmış olduğum köşe yazılarımın içerisinde muhtemelen en samimi ve de en içten olacağını düşündüğüm bir konuyla sizlerin karşısında olacağım. Çünkü bugün bahsini edeceğim konu, benim son zamanlarda bizzat muzdarip olduğum bir konunun ta kendisi.

Dünya’nın geldiği yozlaşmış gerçekliği, teknolojinin hayatımızda yaratmakta olduğu negatif etkileri ve günbegün insanoğlu olarak çok da hoş olmayan yollara girdiğimizi anlatan bir dizi olarak Black Mirror, bugünlerde içerisinde bulunduğumuz pek çok iç karartıcı duruma değiniyor aslında.

İşte özellikle son günlerde kendimi bir ‘’Black Mirror’’ bölümlerinden birindeymiş gibi hissediyorum. Zira sosyal medyanın gerekliliğinin hayati ölçülere ulaştığını ancak anlayabildiğim şu günlerde, eski bir ‘’içine kapanık’’ birey olarak bir hayli zorlanıyor, bazı şeyleri sorgulayarak gelecekten korkuyorum.

Evet, eskiden olsa kendi hakkımda içine kapanık, sosyal medyayı aktif olarak kullanmayan biri olduğumu söyleyebilirken, bugün içerisinde bulunduğum şu saniyelerde durumum öyle olmaktan çok çok uzak ve aynı zamanda da çok daha farklı.

İnstagramda bir tane bile fotoğrafım yokken bugün gelmiş olduğum noktayı düşünüyorum da hem seviniyor hem de bir tık rahatsız oluyorum. Çünkü bazı şeylerin sonuçları ve ulaştığım noktalar beni memnun ediyor olsa da kendim olmaktan bir tık da olsa uzaklaştığım için de rahatsız hissediyorum işte.

Evet, bir tane bile fotoğrafım yoktu. Sonradan eklediğimde ise yalnızca bir tane eklemiştim ciddi ciddi. O fotoğrafım haricinde ise başka herhangi bir yerde fotoğrafım bulunmuyor, instagram haricinde de hiçbir sosyal medya uygulamasını kullanmıyordum.

Lakin ilk kitabımı çıkarmamla beraber her şey değişti. Bazı şeyler isteklerden, hayallerden çıkıp zorunluluklar haline gelmeye başladı için.

Yazarlığa ilk adım attığım zamanlarda, başarılı yazarlardan olduğunu bildiğim birine yine instagram aracılığıyla ulaşmaya çalışmış, ondan tavsiyeler istemeye koyulmuştum. Ve o kişinin bana dediği ilk cümleyle beraber nasıl bir hayretin içerisine düşmüş olduğumu, üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen daha dünmüş gibi hatırlıyorum.

‘’Yazar olsan da kasap olsan da değişmez, kitabını değil, kendini paylaşmalısın. İnsanlar seni görmek istiyor. Yazar da olsan hiç kimse kitabını seni umursadıkları kadar umursamayacak.’’

Evet, yazar olmak isteyen birine belki de söylenebilecek en son şey söylendiğinde bu bahsini ettiği kişi, resmen ağzım açık kalmıştı.

Fakat ne yazık ki her ne kadar insanın inanası gelmese de hatta inanmamak işine gelse de başından sonuna kadar doğru olan bir cümleydi bu. Ben ise bunu ancak yeni yeni anlayabiliyordum.

Günümüz dünyasında sahiden de kasap da olsanız, fırınınız da olsa, pastane, mobilya dükkanı, petshop sahibi de olsanız iyi bir instagram hesabınızın olması şart, tıpkı İngilizce gibi. Olmaması size bir seçenekmiş gibi geliyor olabilir lakin inanın bana maalesef ki değil. Aktif kullanıyor olduğunuz, belli başlı bir takipçi sayısıyla bezenmiş olan bir instagram hesabı seçenek değil, bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Tabi yaptığınız işte ciddiyseniz bu böyle. Yani büyümek, bir yerlere gelmek, her ne yapıyorsanız yapın iki bin yirmi ikinin dünyasında başarılı olmak istiyorsanız eğer bu bir gereklilik oluyor. Belki de abartılı ve de tartışılabilir bir örnek olacak ama son zamanlarda şahit oluğum onca şeyden sonra, nefes almak, su içmek, yemek yemek gibi olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimi farz ediyorum.

Ben mesela, yazar olmak, küçüklüğümden beri ulaşmayı hedeflediğim en büyük hayallerden biri olmuştu hep. Tabi tahmin edilebileceği üzere birden fazla nedenim, hatta belki de onlarca, yüzlerce nedenim vardı böyle bir hayali kurmakta. Fakat yazar olduğum daha ilk günde bu nedenlerin çoğu elenmişti benim için.

Örnek verecek olursam sosyal medyayı kullanmayı hiçbir zaman sevmemiş bir insan olarak insanın kendi fotoğrafını çekmesinin gerekeceği mesleklerin belki de sonunda geleceğini zannederdim yazarlığın.

Zira yazdıklarım akıcı bir dille yazdığım ve alışagelmişin dışında bir konu işlediğim sürece insanlar nasıl göründüğümü neden umursayacaklardı ki? En azından o zaman böyle düşünüyordum, bu soruyu tekrarlayıp duruyordum kafamda. Lakin öyle olmuyordu işte. İşlerin hiç de öyle olmadığını, hakikatin tahminlerimden ziyadesiyle uzakta bulunduğunu daha ilk günden anlayarak afallamış, gerçek, adeta bir tokat gibi çarpılmıştı suratıma.

Hayır, yazar olduğunuz için fotoğraf çekilmekten muaf tutulmayacaksınız ya da insanlar güzel bir eser ortaya çıkardığınız sürece sizin nasıl göründüğünüzü umursamıyor olmayacaklar. Tam aksine, yepyeni bir roman da yazsanız, bir yenisini paylaşıyor olduğunuz bir köşe yazısını da yayınlasanız bunu kendi fotoğraflarınızla yapmak zorundasınız.

Yazar olarak bir yerlere mi gelmek istiyorsunuz, o zaman kendi fotoğraflarınızı paylaşmanız gerekiyor. Storylerinizde kitabınızı paylaşabilirsiniz belki ama storylerinizde dahi kitabınızdan daha çok kendinizi paylaşmanız daha yararınıza olacaktır sizin.

En son çıkaracağınız kitabınızı mı duyuracaksınız? Yalnızca bir gönderiyle yapabilirsiniz bunu, bir de üzerine çekiliş gönderisi yapmak isterseniz yine bir kereye mahsus, birden fazla kez kitabınızın görselini kullanabilirsiniz tabi, lakin ardından hemen, yeniden kendi fotoğraflarınızı paylaşmaya dönmek durumundasınız.

Olabildiğiniz en yakışıklı, en güzel halinizde olmalı, iyi bir fizikle daimi olarak boy göstermelisiniz. Güzelce giyinmeli, yapabildiğiniz en iyi kombinlerle çıkmalısınız kameranın karşısına. Çünkü güzellik algısı öyle bir hale gelmiş durumda ki yazar bile olsanız sizin de doğal olabileceğinizi, sizlerin de kusurlarınızın olabileceğini değil, mükemmel olduğunuzu bilmek istiyor insanlar. Kendinize ‘’yazar’’ diyerek şayet, olağandan farklı, ihtişamlı bir adlandırma atıyorsanız kendinize, ona göre davranmalı, ağırlığınızı bilerek mükemmel olmalı, öyle değilseniz de rol yapmalısınız.

Herkes eli yüzü düzgün, göze hitap eden bir yazar bulmak istiyor karşısında. Bu yüzden kendine çeki düzen vermelisiniz. Yediklerinize içtiklerinize dikkat etmeli, formunu korumalı, kilo almaktan kaçınmalısıınz

Bir dakika bir dakika, peki yazarlık ne olacak? Bütün bunların yazarlıkla ne ilgisi var? Ben manken olmak istemiyorum ki, dediğinizi duyar gibiyim. Lakin acı gerçek de zaten burada yatıyor işte.

Fotoğraf çekinmekten zerre haz etmeyen ben, hayatım boyunca çekilmediğim kadar fotoğraf çekinmek zorunda kaldım. Üstüne üstlük yine bir yere kadar yaranamadım insanlara. Bana gelip kitabının şu kısımlarını değiştirirsen daha iyi olur, kitabını okudum lakin şu şu eksikleri vardı, onları törpüleyebilirsen daha iyi bir iş çıkarabilirsin, demek yerine arkadaşlarım; biraz daha farklı pozlar ver, hep aynı tür pozlar veriyorsun, daha güzel fotoğraflar çekin, hep dışarıda çekinmişsin, biraz da içeride çekin, azcık gülümse, sürekli aynı kombinleri yapma, çerçeveli fotoğraflar çekinmeyi bırak, iki bin on beşte yaşamıyoruz artık, fotoğraflarının altına koyduğun açıklamaların ‘’cringe’’ olmamasına özen göster, der oldular. Yazar olmaya çalıştığımı unutup bana manken muamelesi yapmaya başladılar.

Onlar da haklıydı tabi, onları da suçlamamak gerekirdi bir yere kadar. Zira ben bile unutmuşken yazar olduğumu, ben bile başlamışken bir mankenin hayatını yaşamaya, onlara ne diyebilirdim ki?

Evet, gerçekten de son zamanlarda kitabımdan daha çok güzel fotoğraflar çekinmeyi önemser olmuştum. Yeni bir bölüm yazmayı ya da kitap okumayı değil, yeni kombinler yapmayı, fotoğraf çekinilecek mekanları aramayı önemsiyordum. Ve bütün bunları ise şu yazıyı, yani bu yola çıkarkenki asıl hedefimi yapmaya başlayıncaya dek de fark edememiştim.

Tam olarak böyle bir şey işte sosyal medya. Size kim olduğunuzu, ne yapmak için ne tür bir yola çıktığınızı unutturuyor. Günün sonunda birbirine benzer, hatta belki de aynı insanlar olmak dışında bir seçenek bırakmıyor sizlere.

Hani artık hep diyoruz ya, herkes birbirine benzer oldu, diye. İşte bu yüzden, bu ve bu gibi nedenlerden dolayı herkes hem fiziki hem de manevi olarak birbirine benziyor artık. Çünkü başka bir seçeneğimiz yok. Kasap olup et satmak istediğinde bile başarılı olmak istiyorsan şayet, instagram hesabıyla işe başlamanın gerekli olduğu şu günlerde başka bir çaren yok.

Merak ediyorum, İnstagram’ın kurucusu Kevin Systrom, hayata geçireceği uygulamanın Dünya’yı bu şekilde domine edip yöneteceğini, insanların statüsünün ve başarısının onunla sorgulanacağını, meslek fark etmeksizin işini ciddiye alıp başarılı olmak isteyen herkesin ilk dayanağı olacağını bilseydi eğer, böyle bir uygulamayı yaparken ikinci kez düşünür müydü acaba?

Bu sorunun cevabını alamazdım tabii ki. Lakin cevabını bildiğim tek bir şey vardı ki o da İnstagram ya da onun gibi uygulamalar olmasaydı şayet, dünyamızın bugün olduğundan daha iyi bir yer olabileceğiydi.

Hayır anlamıyorum eskiden insanlar nasıl ünlü oluyormuş, nasıl ismini, sesini duyuruyormuş… Gerçekten çözemiyorum, bu konuyu aklım almıyor, bu konu söz konusu olduğunda aklımda beliren soruların hiçbirine cevap bulamıyorum.

Dünya’daki en ünlü yazarlardan biri olan, yarattığı evren artık neredeyse tüm insanlık tarafından genel kültür olarak kabul edilen J.K Rowling mesela… İlk çıktığı zamanlarda nasıl bu kadar ünlü olmuştu, nasıl bu kadar kalabağıla yayılarak Dünya’yı fethetmişti… Çözemiyorum. Sonuçta o zamanlar ne instagram vardı ne de başka bir şey, öyle değil mi?

İnsanlar kitap okumak istiyorsa eğer koltuklarından kalkmak ve kitap evlerine giderek o kitapları bizzat kendileri almak zorundalardı.

Belki de asıl mesele de buydu zaten.

Evden dışarı adımımızı dahi atmadan ulaşabildğimiz hayatlar için evden çıkmadan ulaşamayacağımız hayatları harcamamızdı belki de hatamız. Gerçek hayatı yaşamaktansa sosyal gerçekliğe kapanmamızdı vukuatımız.  

Ta ki gerçek bir hayat, birbirinden en ufak farkı dahi olmayan insan kalmayana kadar.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
gülbeyaz uzun
gülbeyaz uzun 2 yıl önce
tek kelime ''MÜKEMMEL''